16 Ağustos 2018 Perşembe

William McNeill'in Toynbee değerlendirmesi

Takdim

Aşağıdaki parça William H. McNeill'in Arnold J. Toynbee: A Life adlı biyografi çalışmasının Sonuç bölümünün tam tercümesi. Toynbee, dünya genelinde icra edilen tarih çalışmaları için artık tedavülden kalkmış, tarih camiasının dışladığı bir isim. Her ne kadar William McNeill ve Halil İnalcık gibi usta tarihçiler yeri geldiğinde Toynbee'nin tarih araştırmalarındaki öncü rolünü ansa da hüküm kesin: müşarünileyh fosilleşmeye terkedilmelidir. Sonuç bölümünü tercüme ederek aşağıya koyduğumuz eserinde McNeill bu hükmü tersine çevirmeye çalışmış ancak bunda başarısız olmuştur. Ülkemizde özellikle muhafazkar kesim üzerinde bir dönem güçlü tesiri olan bu çehrenin usta bir tarihçi tarafından değerlendirmesinin faydalı olacağına inanıyorum.

Mustafa Demirplak, Ağustos 2018, Meram


Sonuç

İlgiye şayan tüm şahıslar gibi Toynbee de çelişkilerle doluydu. Siyasette ileriye bakarak, gündelik hayatta el yordamıyla kurduğumuz gerçekliği aşan hükümlere uzanmayı huy edinmişti. Tarihi hadiselerle yaptığı mukayeseler, kendi zamanının siyasi sisteminin payidar olamayacağına ve bir dünya devletinin pek yakında doğacağına onu ikna etmişti. Cemiyeti Akvam ve ardından Birleşmiş Milletler'e bu bağlamda umutla bakmakla beraber bir dünya imparatorluğu tesisinin çok daha makul olduğuna inanıyordu. Lakin öngördüğü müstakbel dünya imparatorluğu karşısında duruşu nihai derecede muğlaktı. Bir yandan savaşları bitireceği için bir dünya imparatorluğu ihtimalini içtenlikle kucaklarken, emperyal bir küresel devletin tesisi için gerekli şiddeti de nahoş buluyordu. Ancak iş ciddiye bindiğinde bedel ödeme noktasında gönülsüz olup, tevarüs ettiği liberal değerlere rücu ederek onlara bağlı kalmakla yetindi. Netice itibarıyla ilkin Almanya, daha sonra da ABD küresel bir hegemonya tesisinin ilk habercisi gibi görünen bir tarzı siyaset gütmeye başladığında, önceleri tereddüt etse de, nihayetinde her ikisine de karşı çıktı.

Kişisel meselelerde de Toynbee'nin davranış tarzı bir çelişkiler dokusudur. Hırsı nahoş bulup medeniyeti hazıranın maddeciliğine alenen aleyhtarken, para meselelerinde neredeyse patalojik bir biçimde tamahkardı. İnsanın kendi çıkarını düşünmesini çirkin bulurdu ama kendine koyduğu hedeflere ulaşma gayretinde, etrafındakileri neredeyse yok sayma pahasına da olsa, asla tereddüt sergilemezdi. Asil ve güçlü kimselerle düşüp kalkmaktan haz duyar lakin o ortamlarda kendini daima bir yabancı gibi hissederdi. Dışarıya karşı duruşu utangaç, neredeyse mahçuptu, yine de bir hürmet beklentisi içindeydi ve genellikle beklediği hürmeti görürdü.

Müthiş hafızası ve masa başında yapılan çalışmalarda yorulmak bilmez azmi insan üstü bir kerteye yakınsarken, burada bahsi geçen ve geçmeyen zaafları onun da bir insan olduğunu anlamamızı sağlar. Yaptığı çalışmalar ne derece önemlidir? Etrafını saran ihtilaf ve şöhret artık mazide kalırken, üstesinden geldiği işlere nasıl bir değer biçilmeli?

Toynbee'nin kendi kariyerine biçtiği değer tipik olarak mütevazidir. Nasıl hatırlanmak istediği sorusuna, 1965'te şöyle cevap verir: Tarihi sadece Batılı anlayış çerçevesinde değil bir bütün olarak görmeye çalışan birisi.1 Birkaç yıl sonra başka bir gazetecinin sorusunu ise şöyle cevaplar: Batılı halkları dünyayı bir bütün olarak düşünmeye ikna etme davasında faydalı bir iş ifa ettiğimi düşünmek istiyorum.2 Çocukluğundan beri Farisiler, Kartacalılar, Müslümanlar ve benzeri geleneksel tarihten dışlanmış kitleleri merak etmeyi öğrendiğini kastederek bir başka muhabire, daha da veciz bir ifadeyle, Bende daima ayın öteki yüzünü görme arzusu vardı.3 demiştir.

Sempati ve bilgimizi diğer tarihçilerin saptadığı sınırların ötesine yaymak ve genişletmek hiç şüphesiz Arnold Joseph Toynbee'nin kendi çalışma sahasına yaptığı başlıca katkılar arasındadır. Bu ise hiç azımsanamayacak bir başarıdır. Zira Toynbee'nin perspektifimizi genişletmesinden önce, Batılı ekollerde çalışıldığı ve Batılı üniversitelerde öğretildiği şekliyle tarih antik, orta ve modern çağlarda yaşamış Avrupalılar ile deniz aşırı ülkelerde yaşayan soydaşlarını kapsamaktaydı. Öteki halklar ancak Avrupalılar tarafından keşfedildiklerinde yani fethedilip medenileştirildiklerinde sahneye çıkabilmekteydi. Herkes Hindistan'ı, Çin'i ve İslam dünyasını bilmekte ve bunlara dair uzun tarihçeler bulunmaktaydı ancak bunlar tarihçilerin yok sayıp, dil bilimcilere ve mukayeseli dinler uzmanlarına havale ettiği araştırma sahalarıydı.

Toynbee sahneye çıkmadan önce akademik camia dışında kalan birkaç cesur yürek Avrupa ve haricindeki tarihler arasında bir bağ kurmayı denemiştir. H. G. Wells bahsi geçen maceraperest entelektüellerin en önemlisi olmakla beraber, kaleme aldığı Outline of History (ilk basımı 1920) adlı eserin yazımı iki yıldan az sürmüş, kendisinin de belirttiği üzere verdiği bilgilerin çoğu Britannica Ansiklopedisi'nden derlenmiştir. Ayrıca Wells'in tarihi bir ilerleme tarihi olup, kıymet verdiği ilerlemenin çoğu Avrupa'da kaydedilmiştir. Bu tarihte kenarda kalan öteki halkların rolü ancak Avrupalı'ya tabi olmaktır. Ondokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru hakim olan dünya siyasetindeki kalıpları geçmişe yansıtmak, 1500 öncesinde kalan asırlar adına büyük bir çarpıtma teşkil eder. Her ne kadar popülarite kazanıp geniş kitlelerce okunmuş olsa da, burada zikrettiğimiz sebeplere binaen, Wells'in tarih çalışmalarındaki akademik geleneğin arızalarını tamire matuf amatörce çabası eski sınırları aşmada pek bir yarar sağlamamıştır.

Akademi kurumunun dışında kalan bir başka isim de Spengler'dı ve Spengler, Wells'e kıyasla çok daha bilgili bir kimseydi. Bölüm 5'te de gördüğümüz üzere Spengler'ın ayrı medeniyetler tasavvuru Toynbee'ye A Study of History adlı eserini yapılandırmada en önemli tüyoyu temin etmiştir. Ayrıca Spengler, Batı'yı ve (bazı) Batılı olmayan medeniyetleri birbirlerine denk olarak görmüştür ki bu Wells'in ıskaladığı bir bakış açısıdır. Aslına bakılırsa Spengler, Çin ve Şark'ın bilge ve pirlerini Avrupalı muadillerine eş veya üstün gören onsekizinci yüzyıl geleneğini canlandırıp güncellemiştir4. Ancak Toynbee bulduğu her şeyi okuyan bir kişi olma yönüyle Spengler'ın çok çok önünde olduğu için bilgi birikimi de daha genişti. Zaman ve mekanın bir ucundan diğer ucuna yaptığı çarpıcı ve genellikle şaşırtıcı mukayeselerle aydınlanan ayrıntılarda bulduğu keyif, tarih yazım geleneğine, Spengler'ın kehanetvari beyanlarına kıyasla çok daha iyi uyum sağlar. Bu yüzden Toynbee, başka hiç kimsenin muvaffak olamadığı bir ölçüde dünyadaki okur kitlesinin büyük bir kısmını5, Asyalılar'ın, Afrikalılar'ın, Amerikan yerlilerinin ve hatta Eskimolar gibi dar bir bölgeye adapte olmuş halkların da, Avrupalılar'ın tarihinden bağımsız ve ona benzer birer tarihe sahip olabilecekleri gibi basit bir hakikatle tanıştırmıştır. Kendi ifadesiyle yalnızca batılı kalıplara dökülmemiş bir insanlık tarihi vizyonu Toynbee'nin öğrenim geleneğimize yaptığı en büyük ve merkezi katkıdır ve bu katkı onun gökkubbede bıraktığı eskimez yadı cemil olmalıdır.

Toynbee iyi kotardığı bu işten dolayı 1930'larda hakettiği şekilde göklere çıkarılmıştı. Ancak İkinci Dünya Savaşı'nı müteakip, şöhretinin zirvesindeyken, medeniyetlerin yükseliş ve gerileme kalıbında görülen yadsınamaz kusurlara istinaden çoğu tarihçi akademisyen Toynbee'nin bütüncül vizyonunu yorum ve tefsirindeki ayrıntılarla beraber reddetmiştir. Daha doğru ve uygun bir çerçeve bulmaya çalışmanın meydan okuyuşunu kabul etmek yerine, çoğu tarihçi aksi istikamette hareket ederek, artan bir şekilde özelleşmiş, pek az kimsenin anlayabildiği araştırma projelerine yönelmiştir. İnsanlığın muhtelif kolları arasındaki temasın her geçen yıl daha da önemli olmaya başladığı bir çağda, akademik çevrelerde hakim olan global tarihi red tavrı abestir, absürddür. Geleceğin dünyasında akıllıca seyrüsefer yapabilmek için müstakbel yurttaşların, her ne olursa olsun, öteki halkların ve medeniyetlerin nasıl etkileştiğini bilmeleri gerekir. 1980'lere geldiğimizde gerek Amerika'da gerek diğer ülkelerdeki üniversitelerde dünya tarihi eğitiminin bir rehabilitasyondan geçeceğine dair bir takım alametler beliriyor. Bunun gerçekleşmesi halinde Toynbee'nin saygınlığı içine düştüğü husuf ve küsuftan hiç şüphesiz çıkacaktır. Bu biyografinin Toynbee'nin düşüncesiyle yaşadığı devri dokumak suretiyle dengeyi yeniden kurmaya başlayabileceğini ummaya cüret ediyorum.

Toynbee'nin düşünce tarihindeki yeri hakkında bazı değerlendirmelerde bulunup onun ruh haline yakışır şekilde konuyu büyük ölçekte ele alarak kitabımızı bitirmek faydalı olabilir. İlkin, diğer tarihçiler gibi Toynbee de, sadece olgusal hatalarından ötürü reddedilmemelidir, velev ki bu hatalar gerçek olsun. Olgusal hatalar kaçınılmazdır zira en harikulade metin dahi kısa zamanda entelektüel araştırmanın kaydettiği ilerlemeyle demode olur ve metinde hatalar keşfedilebilir. Ayrıca bir tarihçiyi değerlendirirken olgusal doğruluğu her şeyin üstüne koymak epistemolojik olarak naif bir bakıştır ve aşağıdaki çok zor soruyu davet eder: çok kaygan bir Hakikati yakalamak amacıyla arayıştayken kelimeler insani faaliyetler ve tarihin diğer "olgularıyla" nasıl ilişkilendirilebilir ya da ilişkilidir?

Bunun yerine Toynbee diğer sanatçıları değerlendirdiğimiz gibi değerlendirilmelidir. Sanatçıları değerlendirirken onları zaman ve mekanla çeşitlilik arzedip her türlü uyartıya cıva gibi yanıt vererek büyüyen ve değişen bir fikir ve duyarlılık tarzının icracısı olarak görürüz. Şahsi ve umumi tecrübeleri bir sanatçının eseri üzerinde etkili olur. Bu tecrübeler şiddetli ve yakıcı oldukları ölçüde sanatçının sanatı kanalıyla verdiği mesajı daha şeffaf bir biçimde başkalaştırır. İşbu biyografik çalışma bu hükmün Toynbee'nin durumu için ne kadar doğru olduğunu göstermektedir.

Bu kıstasa göre Toynbee, Avrupa (ve yeni gelişen küresel) edebi ve tarih kültürünün önde gelen bir çehresi olmaya, tasnif haysiyetini muhafaza adına belirtelim, çok gelecek vadetmese de hakiki bir adaydır. İlk başta biraz abartılı görülebilir ancak eğer Toynbee edebi bir çehre ile karşılaştırılacaksa bu çehre Milton ve Dante gibi bir isim olmalıdır. Bahsi geçen şairler kendi dönemlerindeki bilinebilecek şeylerin büyük bir kısmını tam öğrenerek malumatlarını damıtmış yazıya dökmüşlerdir. Şiir ve tarih arasındaki fark yeterince somuttur: geçmiş hadiseler tarihçilerin düşüncelerini şairlere kıyasla daha kesin kısıtlar. Öte yandan tarihsel olguları dokuyarak bir araya getirmede muhayyilenin üstlendiği rol, tarihsel bir çalışmaya mana ve yapı katan şeydir. Zira olgular kendi adlarına konuşmadıkları gibi, anlaşılır bir tarzda kendi kendilerini tanzim de etmezler. Binaenaleyh, Toynbee'nin tarihi, diğer tüm tarihçilerin çalışmaları gibi, özünde şiirseldir ve o şekilde değerlendirilmesi gerekir.

Bu perspektiften bakıldığında Toynbee'nin tarih ve Avrupa edebiyatı sahalarına hakikaten fevkalade hakimiyeti, kendi yaşadıkları devirlerde Dante ve Milton'la özdeşleşen, iyi özümsenmiş bir tahsil ile benzeşir. Ancak Toynbee'nin doğa bilimlerindeki kara cahilliği, şiirdeki seleflerinde hiç gözlenmediği ölçüde büyük bir kusur teşkil etmektedir. Belli ki Toynbee'nin dini spekülasyonları İsevi mirasını başkalaştırıp zayıflatsa da onu sürdürmüştür ki bu İsevi tereke Dante ve Milton'da da merkezi bir yer işgal eder. Ayrıca Toynbee'de, Milton'ın ezilen, asi ve aykırı prototip olarak Şeytan'a duyduğu sempati de görülmektedir.

Ancak Toynbee'nin bu iki şair ile bağı böylesi bariz halef selef sürekliğinden daha derin ve güçlüdür. İnsanoğlu dünyaya mana vermek için kelime ve simgeleri kullanır. Üzerinde mutabık olduğumuz kurgular olmasa münferit kalacak şahsiyetlerin sevk ve tahrikiyle, bu kurguların gücüne istinaden, müşterek girişimlerde rutin olarak harikalar yaratıyoruz. İnsanlık destanının merkezinde bu kabiliyet vardır. Toynbee'yi, Dante ve Milton'la aynı paranteze almamızı temin eden şey her üçünün de doğruluğuna inandıkları her şeyin ışığında, dünyanın anlaşılabilirliğini tasdik ve yeniden tanımlamaya adadıkları epik boyutlardaki gayrettir. İnsani ve ilahi kavramlara dair anlayışları Hristiyan Batı Aleminin geleneğine aittir ve bu geleneği tanımlamaya yardımcı olur. Söz konusu gelenek çalışmaya ve tevarüs etmeye değer olduğu sürece Toynbee şair seleflerinin yirminci yüzyıldaki mukallidi olarak tasnif edilmelidir zira o da selefleri gibi dur durak bilmeden dünyaya bir mana vermeye çalışan güçlü ve yaratıcı bir zihne sahiptir.

Mukallid olarak Toynbee'nin endamı nasıl bir şekil bulacak? Cüce mi olacak yoksa dev mi? Bekleyip, göreceğiz. Bu, tarihçilerin ve kültürümüzün entelektüel varislerinin dünya tarihini gelecekte nasıl istimal edeceğine bağlı zira bir yazarın endamı onun özündeki liyakatten ziyade başkalarının yazarın söylemine verdiği yanıtla tanınır.

***

Toynbee'yi iki antik Yunanlı tarihçiyle mukayese etmek, üzerinde zaman harcamaya değer bir bahistir zira bu tarihçiler onun entelektüel görünüm ve emellerini şekillendirmede önemli bir yer tutar. Paralellik arz eden unsurlara bakıldığında kayda değer ve tam manasıyla Toynbee'yle özdeşleşen bir kıyas bir anda akla geliverir. Öncelikle, Heredot ile Homer arasındaki ilişkinin aynısının Toynbee ile Milton arasında olduğunu önermek istiyorum. Aradaki uyum imkansız denilecek boyutta tamdır. Hem Heredot hem de Toynbee seleflerinin bel bağladığı nazım yerine nesirle yazmış, araştırmalarıyla coğrafi olarak bilinen dünyanın bir ucundan diğer ucuna dolaşmıştır. Hem Heredot hem de Toynbee şair seleflerinin dini görüşlerini topyekun reddetmek yerine, söz konusu görüşleri seyreltip zayıflatmışlardır. Her ikisi de sayısız derkenar ve istitratlarla bezedikleri metinlerinde eserin merkezi fikrini tarihlerinin arkasına perdeleyecek ölçüde enfes ayrıntılarda kaybolmaya meyyaldir. Öte yandan her ikisinde de merkezi fikir ve sezişlerin yanında, keşiflerini giydirip kuşandıracak etkin bir edebi tarza hakimiyet mevcuttur.

Thucydides ile yapılacak mukayese o kadar da bedihi değildir zira Thucydides'in metnindeki aşırı ciddiyet, Toynbee'de görülen söylemsel fazlalıktan fersah fersah ayrılır. Yine de düşünmeye değer iki bağlantı vardır. İlk ve en aşikar olanı Thucydides'in monografik tarihine verdiği ve Toynbee'nin ödünç aldığı dramatik formudur ki Toynbee bunu önce Greko-Romen medeniyetine daha sonra da diğer tüm medeniyetlere uygulamıştır. İki yazar arasında bir başka benzeşim daha vardır. Cornford'un sözünü ciddiye alacak olursak, Thucydides tarihini güncel ve nevzuhur fikirleri kullanarak yazmaya başlamış ama ardından Atina'nın trajik düşüşüne izah getirmek amacıyla Hubris ve Ate'nin varlığını yeniden tasdik ederek fikrini değiştirmiştir. Toynbee de devasa eserini kısmen antik çağların yazarlarından kısmen de Frazer, Bergson, Teggart, Freeman ve Spengler gibi kendi çağdaşlarından türettiği bir takım fikirlerle yazmaya başlamıştır. Daha sonra, bu kitapta da gördüğümüz üzere, Toynbee'nin şahsi ve umumi tecrübesi, adına genellikle Tanrı dediği müteal bir Ruhi Hakikatı hesaba katmadan, söz konusu hakikat İsevi ananede yer alan kadir bir ilahla özdeşleştirilmeden dünyanın anlaşılamayacağına onu ikna etmiştir. Hubris ve Ate'ye çağrıda bulunarak Thucydides de insan ilişkilerini izah ederken tabiat üstü kuvvetlere yer vermiş ve bunu, tıpkı Toynbee'nin Hristiyan mirasındaki öğeleri seyrelterek kullanması gibi, kendi dini terekesinden yararlanarak yapmıştır.

Bahsedegeldiğimiz paralellikler Toynbee'yi Batılı ananenin en büyük yazarlarından bazılarıyla eşleştirdiği için üzerinde düşünmeğe değer. Alternatif bir gelecek Toynbee'yi Soka Gakkai'nin yirminci yüzyıldaki bodhisattvası olarak yorumlayabilir. Toynbee'nin böylesi bir azizlik mertebesine ref'i, öncelikle Batılı öğrenme ananesinin tasfiye ve terkini gerektirir ki bu da Toynbee'nin medeniyet döngülerine dair vizyonunun ironik bir kanıtı olur. Bu durum ihtimalden uzak görülse de tarih ihtimalden uzak şeylerle doludur ve bu da imkansız olduğu gerekçesiyle çizilip atılmamalıdır.

Hepsinden daha muhtemeli Toynbee'nin saygınlığının 1950'lerdeki dar görüşlü eleştirmenlerin elinde gördüğü haksız reddiyelerden toparlanacağını varsaymaktır ancak tarih çalışmasındaki hatalar, kusurlar ve tarihinin gereksiz uzunluğu müstakbel tarihçileri Toynbee'yi süslü ifadelerle dolu ve rahatlıkla özetlemek için çok uzun yazan, geri planda kalmış bir çehre gibi muamele etmeye yönlendirecektir. Pek çok şey tarih disiplinin nasıl gelişeceğine ve tarihçiler ile diğer entelektüellerin insanoğlunun dünya adlı seyyare üzerindeki muhtelif maceralarını anlaşılabilir bir bütüne indirgemekteki azim ve sebatına bağlıdır. Eğer bundan başarılı olunursa, o zaman Toynbee'nin öncü rolü mutlaka tanınıp alkışlanacaktır.

  1. Bodleian Kütüphanesi, Toynbee Belgeleri, Sorunlar ve Cevaplar adlı NBC programının deşifresi, 10 Ocak 1965.
  2. Bodleian Kütüphanesi, Toynbee Belgeleri, Sunday Times gazete kupürü, 15 Ekim 1972.
  3. Bodleian Kütüphanesi, Toynbee Belgeleri, Daily Telegraph Magazine, 17 Nisan 1970, sayfa 17.
  4. Herder'in Ideen zur Philosophie der Geschihte der Menschheit (1784-1791) adlı eserinin yanı sıra Montesquieu'nun Lettres persanes (1721) ve Voltaire'in Essai sur les moeurs (1756) başlıklı çalışmaları bu geleneğin büyük abideleridir.
  5. Toynbee'nin eserlerinin tercümeleriyle fikirleri geniş kitlelerin erişimine açılmıştır. Örneğin en büyük popüler başarısı olan Somervell'in yaptığı A Study of History'nin ilk altı cildinden muhtasar çalışmanın Almanca, Arapça, Danca, Felemenkçe, Fince, Fransızca, Guceratça, Hintçe, İtalyanca, Japonca, Norveççe, Portekizce, Sırp-Hırvat Dili, İspanyolca, İsveççe ve Urduca tercümeleri yapılmıştır.