- Schwinger'i anlamak ne kadar zordu?
Bu arada birkaç ay geriye gidersek, 1948 baharında Pocono'da önde gelen fizikçilerin katılımıyla gerçekleşen ve benim davet edilmediğim bir toplantı vardı; Schwinger ve Feynman ve Bethe ve Oppenheimer ve Niels Bohr ve Rabi ve Lamb kalibresindeki insanların katıldığı bir toplantıydı bu. İşte bu toplantıda Schwinger kuantum elektrodinamiğinin kendi versiyonunu sundu ve onun kuantum elektrodinamiği de doğru cevapları veriyordu. Schwinger elektronun manyetik momentini hesaplamakta ve doğru cevabı bulmakta muvaffak olmuştu ki bu büyük bir zaferdi. Bu konuya ilişkin çalışma da yine Columbia Üniversitesi'nde Kusch ve Foley tarafından yapılmıştır ve elektronun manyetik momenti çok hassas bir şekilde ölçülmüştür. Bu araştırmacıların bulgularına göre çıkan değer Dirac'ın öngördüğü değerden sonlu bir miktarda sapıyordu ve Schwinger de bunu hesaplayabiliyordu. Ve bu o zamanlar Schwinger adına büyük bir zaferdi ve onun hesaplama yöntemi çok daha konvansiyonlara uygundu. Haddizatında bu Hans Bethe'nin yönteminin rölativistik versiyonundan başka bir şey değildi. Hesaplamalar Schwinger'in adına Green fonksiyonu dediği nesneleri ihtiva etmekteydi ki ben bunları da anlaşılmaz bulmuştum. Öte yandan Schwinger yaptığı işleri anlatırken her zaman çapraşık bir biçimde sunmuştur. Oppenheimer'ın da dediği gibi, çoğu insan size bir şeyi izah ederken o işin nasıl yapılacağını, ancak Schwinger bir şeyi izah ederken o işi sadece kendisinin yapabileceğini söyler. Evet, kabaca böyleydi. Diyeceğim o ki Schwinger'den insan yapılan işin son derece zor ve ayrıntılarla bezendiği kanaatine varır ve bu işi muhtemelen sadece Schwinger'in kotaracağını sanırdı. Kimse de bundan memnun değildi. Ancak daha sonra Feynman da elektromanyetik momenti hesaplamayı ve doğru cevabı kendi tamamen farklı yöntemiyle bulmayı başardı. Bu da çok etkileyiciydi; her iki yöntem de aynı işi görüyordu ancak kimse gerçekten aradaki bağı anlamıyordu. Ann Arbor'a vardığımda durum buydu ve Ann Arbor'da 1948 Haziran'ında işin kendisini bizzat Schwinger'den öğrendim. Sabahları onun derslerini dinliyor öğleden sonraları ise çok sıkı çalışarak ve Schwinger'in ders notlarını adım adım takip ederek ne dediğini gerçekten anlıyordum. Çok zor bir işti bu zira her şeyin olabildiğince karmaşık bir biçimde süslendiği, şatafatlı bir ders verme tarzı vardı ve mucizevi bir biçimde işin sonunda cevap ortaya çıkıveriyordu. Ancak ne yaptığını anlamayı başardım. Bütün bu olan bitenin sonunda Schwinger'in Green fonksiyonları dediği şey aslında kuantum alan teorisinde değiştireç (commutator) denilen nesne ile aynıydı ve ben de değiştireçleri biliyordum zira Kemmer'den öğrenmiştim. Dolayısıyla, Schwinger'i kuantum alan teorisine tercüme etmeye ve onu anlaşılır kılmaya muvaffak oldum. Ve geriye kalan sorun "Acaba bunu Feynman ile bağdaştırabilir miyiz?" sorusuydu. Feynman'ın çalışmaları da kuantum alan teorisine indirgenebilir miydi? Bu sorun benim Ann Arbor'daki işim bittikten sonraya sarktı. Denemem gereken şeyin bu soruyu çözmek olduğu çok aşikardı. Ve Schwinger insanlarla konuşmaya açık bir kişiliktir. Diyeceğim o ki, onunla çok rahat ve mutlu bir biçimde konuşabilirdim. Schwinger bana epey dostane yaklaşmıştı.
SS: Bire bir ilişkilerde de ulaşılabilir bir kişiliği var mıydı?
Evet. Onunla yalnız kaldığım zaman tüm bu halkın önünde takındığı çehre kaybolurdu. Bana gayet açık bir biçimde araştırmalarında neler yaptığını anlatırdı. Çok hoş bir kişilikti. Onun her zaman tam bir beyefendi olduğunu düşünmüşümdür. Nihayetinde onun fikrini çalıp havasını söndürmüştüm ama o bundan hiç şikayetçi olmadı. - Ann Arbor'da George Uhlenbeck ve David Park.
Bu da benim Ann Arbor'da harcadığım zamanın sonu olmuştu. Buna paralel olarak o yaz George Uhlenbeck'in istatistiksel mekanik üzerine verdiği çok güzel bir ders vardı ve ona da katılmıştım. Uhlenbeck'ten pek çok şey öğrendim.
SS: O halde orada toplam 8 hafta geçirdiniz ve bu David Park ile olan dostluğunuzun da başlangıcıydı...
Evet. David Park oradaydı ve Clara ve onlar Başkanlık seçimlerinde Wallace'ın kampanyasına kökten bağlanmışlardı.
SS: 1948 yazında...
Dewey'in Truman'a karşı yarıştığı seçim kampanyası. Çoğumuz için Truman sola yeterince mesafeli değildi ve dolayısıyla Wallace'ın kazanmasını umuyorduk. Zannedersem Parklar'ın o dönemde bir çocukları dahi yoktu.
SS: Zannedersem David Park not alma, sekreterlik benzeri bir iş yapıyordu.
Evet, doğru, Schwinger'in notlarını tutuyordu. Bu yüzden de pek çok şeye vakıftı ve ondan da epeyce şey öğrendim. O da sizin gibiydi; herşeyi okuduğu izlenimini uyandıran bilgili bir kimseydi. - Seyahatlerim: Berkeley, Martin Luther King ve Salt Lake City.
Ardından ne mi oldu? Ann Arbor tecrübemi müteakip bir başka Greyhound otobüsüne atladım ve ta California'ya kadar gittim. Commonwealth Bursu da benden bunu yapmamı talep ediyordu zaten. En azından California'yı görmem gerekiyordu. Berkeley'e gittim ve oralarda hiçbir fizikçiyle tanışıklığım olmadığından birkaç hafta kaldım, o kadar. Orada vuku bulan ve hatıramda yer eden en can alıcı hadise benim de çok yakından alakadar olduğum pasif direniş mevzuunda insanlara vaaz veren ve ismi Martin Luther King olan genç bir arkadaştı. Onun adını daha önce hiç duymamıştım ama verdiği dersi dinlemeye gittim ve öylesine harikuladeydi ki ondan derinlemesine etkilenmiştim. Bahsettiğim bu hatıram üne kavuşmasından öncedir. Bunların haricinde Nehru'nun otobiyografisini ve muhtelif diğer iyi kitapları okudum.
SS: Berkeley'de mi yoksa San Francisco'da mı kaldınız?
Hayır, Berkeley'de öğrencilerin konakladığı International House'ta kaldım. Güzel bir zaman geçirdik. Ancak hatırlayabildiğim kadarıyla herhangi bir fizikçi ile temasım olmadı.
SS: Lakin San Francisco'ya gittiniz ve galiba şehre şöyle bir göz gezdirdiniz...
Evet, öyle olmuş olması lazım. Fakat San Francisco'nun bana fazla bir etkisi olmadı. Beni derinden etkileyen yer dönüş yolunda uğradığım Salt Lake City'di.
SS: Mormonlar'dan mı etkilendiniz?
Evet, Mormon vadileri... Etrafı yeşilliklerle çevrili ve insana İsviçre'yi anımsatan Mormon mabetlerini San Francisco'ya kıyasla kendi zevkime daha münasip bulmuştum. - Feynman, Schwinger ve Tomanaga'nın fikirleri arasındaki bağı tesis etmem.
Berkeley'den bir otobüse bindim ve şunu da söylemem lazım ki bu uzun Greyhound otobüs seyahatlerini özellikle yolda uzun süreli durmak zorunda kalmadığım için daima sevmişimdir. O günlerdeki Greyhoundlar günümüzdekilerden oldukça farklıydı. Otobüste tuvalet kabini bulunmadığından ihtiyaç molası vermeleri gerekiyordu siz de bu esnada hem lavaboya gidiyor hem de yemeğinizi yiyordunuz. Yol boyunca ülke kırsalını da epeyce temaşa etme imkanı buluyordunuz. Molalar yarım ya da bir saatlikti ve epeyce bir yer görebiliyordunuz. Wyoming'i, Salt Lake City'i ve Kansas'ı bu şekilde gördüğümü hatırlıyorum. Her neyse, 48 saatlik yarı uyur yarı uyanıklık halinden sonra, Kansas civarlarında bir yerlerde, aniden bütün taşlar yerine oturdu ve Feynman ve Schwinger'in görüşlerini tam manasıyla ihata ettim. Feynman aslında Schwinger'le aynı dili konuşuyordu sadece zamanı farklı bir sıralamaya koymuştu. Feynman'ın ilerleticileri (propagator) aslında zaman-sıralı Green fonksiyonlarıydı ve aynı zamanda katlı değiştireçlerdi. Bu da beni her üç dilin de aynı olduğu yargısına ulaştırdı.
SS: Sözünüzü kesmiş olacağım. Bu yargıya hiç kağıt kalem kullanmadan mı vardınız? Yani otobüste seyhat ediyordunuz ve..
Evet, mutlak manasıyla kafamın içinde taşlar yerine oturmuştu. Zaten otobüste yazı yazamazdım. Chicago'ya vardığımda bunları kağıda dökeceğimi ve herşeyin bir anda çözüme kavuşacağını biliyordum. Denklemler de kafamda şekillenmiş gibiydi. Nihayet Chicago'ya varana kadar Iowa üzerinden homurdana homurdana geçtik. Chicago'da da yine International House'ta kaldım ve orada bir hafta geçirdim. Michigan gölü kenarında kumsalda yürüyüş yapıyor ve tıpkı Arşimet gibi kumlara diyagramlar çizerek bulgularımı Christopher Longuet-Higgins'e izah ediyordum. Çok güzel bir zaman geçirmiştik. Önce kum ardından kağıt üzerinde konuyla ilgili herşeyi aydınlatmaya muvaffak olmuştum.
SS: Kafanızdaki bütün soruları cevaplamış mıydınız?
Evet, tüm bu olan bitene dair ilk yazılı anlatım da Chicago'da International House'ta gerçekleşti. Ayrıca kimyada olan biten pek çok şeyi de Cristopher'dan öğrenme şansım oldu. Borun hidrürlerini çalışıyordu ve bu konu oldukça ilginçtir. Zira, bilindiği üzere, borun değerliği normal kalıplara uymaz ve alıştığımız kurallara tabi değildir. Buna rağmen pek çok kararlı hidrürü mevcuttur ve Christopher da bunları anlamaya muvaffak olmuştu. Chicago'da geçirdiğim bir hafta sonunda Princeton istikametine giden bir Greyhound otobüsüne bindim ve bu çalışmanın resmi versiyonunu yazmaya koyuldum. Makalenin başlığı The Radiation Theories of Tomonaga, Schwinger and Feynman (Tomonaga, Schwinger ve Feynman'ın Radyasyon Teorileri) idi. Ve bu esnada elbette Tomonaga'nın da çalışmalarından haberdar olmuştuk. Zannedersem 1948'in ilkbaharında Tomonaga Japonya'dan ilk iki makalesini göndermişti ve bu mutlak manasıyla sürpriz bir gelişmeydi. Zira enkaza dönmüş Tokyo şehrinde birilerinin fizik üzerine çalışma yapabileceğine kimse ihtimal vermiyordu. Tomonaga'nın adını daha önce hiç duymamıştım. Kendisi önce Oppenheimer'a Tokyo'dan yazdı ve Oppenheimer da makalelerin bir kopyasını Cornell'de Bethe'ye göndermişti ki ben de bu makaleleri orada görmüştüm. Şimdi bu makalelerin başlıklarını tam hatırlamıyorum.
SS: The Progress of Theoretical Physics adlı dergideki makalelerini mi size göderdi?
Evet. Bu, İngilizce yayınlanan yeni Japon dergisiydi. Kahverengi ambalaj kağıdına basılıyordu ve Tokyo'da o dönem sahip oldukları tek malzemeydi herhalde. Derinlerden size ulaşan gizemli bir ses gibiydi. Demek istediğim şu ki kafamızdaki Japonya imajı tam bir enkazdan ibaretti ve bütün bu hengamede bir şekilde fiziği canlı tutmayı başarmış bu adamın çalışması karşımızdaydı. Hatta tüm bu sonuçlara Schwinger'den üç ya da dört yıl önce ulaşmıştı ve kullandığı teknikler de az çok aynı tekniklerdi. Demek istediğim şu ki kullandığı teknikler Schwinger'in tekniklerine çok benzerdi ama onunkilerden çok ama çok daha duru bir anlatım tarzı vardı. Bu da benim işimde bana yardımcı oldu. Her neyse, makalemi yazdım ve bu tekniklerin neden özü itibariyle aynı olduklarını izah ettim ve işin kalbinden zaman sıralamasının olduğunu belirttim. O kadar da zor değildi. Bir kere bu zaman sıralama yöntemini elde ettiniz mi Feynman'ı denklem diline tercüme edebiliyordunuz ve gerisi herkesin yapabileceği şekilde kendiliğinden geliyordu. Yapmanız gereken tek şey normal fiziği icra ederken olduğu gibi denklemleri yazmaktı ve Feynman'ın kuralları kendiliğinden tebarüz ediyordu. Bu çalışma Physical Review dergisinde 1948'in Kasım'ında yayınlandı.
SS: Feynman'ı bu çalışmadan haberdar ettiniz mi?
Evet. İsmi daha sonra Cécile DeWitt olarak değişen Cécile Morette ile bir seyahate çıktım. Trenle yola çıktık. O günlerde buradan Ithaca'ya kadar giden tren seferleri vardı. Cécile ve ben bir tren seyahatine çıktık ve Cornell'de bir hafta geçirdik ve tüm bu şeyleri orada Feynman'a izah ettim ve Cécile de konuya çok ilgi gösterdi. Princeton'da bu konulara vakıf olan ilk kişi oydu ve o ve ben tüm bunları Feynman'a açıklarken harika bir zaman geçirdik. O zaman tam aydınlığa kavuşturamadığımız iki mesele kalmıştı ki sahanın kendi içinde tutarlı olması için bu gerekiyordu. Bu meseleler elektrik alanının saçılması ve ışığın ışıktan saçılmasıydı. Bunlar üçüncü ve dördüncü mertebeden proseslerdi ve henüz kimse onları çalışmamıştı. - Cécile DeWitt-Morette ile beraber Feynman'la bir araya gelişim - aranılan ispat.
Cécile ile beraber Feynman'a uğraşması için götürdüğümüz iki mesele vardı. Bunlar ışığın bir elektrik alandan saçılması ile ışığın ışıktan saçılmasıydı. Hususen ışığın ışıktan saçılması bed-nam yapmış zor bir problemdi. Eski usül yöntemlerle Euler ve Kochel tarafından harpten önce az çok sorun çözülmüştü. Çok çetin bir hesaplamaydı ve Feynman'ın yeni yöntemleriyle bu hesaplamanın yapılabileceği o kadar da bariz değildi. Ve bu teori tamamlanmadan önce düzeltmemiz gereken bir kırışıklık gibi önümüzde duruyordu. Bu problemi Feynman'a aktardık ve "Şunun boyunun ölçüsünü bir alalım bakalım." dedi. Bir masaya oturdu ve problemin tamamını 45 dakikada halletti. Gördüğüm en parmak ısırtan performanslardan birisiydi. Şimşek gibi yaptığı hesaplamalarla tüm çözümü çok güzel bir şekilde ortaya çıkardı. Üçüncü mertebeden terimin katkısı sıfır çıkarken dördüncü mertebeden terim ise sonluydu ve herşey tam istediğimiz gibi oldu. Bu da teorinin hakikaten kendi içinde tutarlı olduğu anlamına gelmekteydi. Orada başka şeylerden de bahsettik. Feynman, Maxwell denklemlerinin kuantum mekaniğinden harika bir ispatını yapmıştı. Vefatından sonra o ispatı ben yayınladım. O kendisi yayınlamak istememişti. Bu ispatın bir şaka olduğunu söylerdi ama vefatından sonra ben yayınlanması gerektiğini düşündüm ve yayınladım. Çok akıllıca ve tatlı bir ispattı ve insanı aydınlatan bir fikirdi. Bu ispatın bir yere götürmediği hususunda Feynman her ne kadar haklı olsa da, ispatı Feynman'ın vefatından sonra American Journal of Physics dergisinde yayınlamaktan halen kıvanç duymaktayım. Bu ve benzeri diğer şeyler hakkında coşkun bir üslupla konuşuyordu. Konuşabileceği birilerini bulmaktan dolayı çok mutluydu ve Cécile ve ben de harika bir zaman geçirmiştik. Princeton'a döndüğümüzde Feynman ve onun fiziği icra üslubu hakkında biz de benzer bir coşkuya sahiptik. - Oppenheimer'ı eski fiziğin işe yaradığına dair ikna çabalarım.
Ardından Oppenheimer ile karşılaştık ve ben Enstitü'de bu konu üzerine bir seminer vermek istedim lakin Oppenheimer bir şekilde buna çok da sıcak bakmıyordu. Açıkçası şok olmuştum: bu harikulade işi kotarmış ve Oppenheimer'a bulgularımızı aktarmak için Princeton'a gelmiştik ve Oppenheimer "Evet, tamam, ama bu bizi hiçbir yere götürmez." diyerek bizi başından savmıştı. Bu eski yöntemlerle fiziğin icra edilemeyeceği gibi kemikleşmiş bir kanaate sahipti. Eski yöntemlerin miadının dolduğunu ve fiziğin köktenci bir şekilde yeni şeylere ihtiyacı olduğunu düşünüyordu. Bu aslında son derece yaygın bir durumdur: bir konuyu tam manasıyla halletmekte başarısız olan kimseler, onun halledileceğine inanmaz ve tamamen farklı şeylerin arayışına girerler. Ardından birisi ortaya çıkıp "Bak, işte eski yöntemler de işe yarıyor!" deyince inanmazlar. Bu yüzden Oppenheimer'ın konuya ilgisini çekmede epeyce zorlanmıştık. Ve zannedersem Niels Bohr'un Oppenheimer üzerinde son derece kötü bir etkisi olmuştu. Bohr, o zamanlarda eğer fizik işe yarayacaksa kökten farklı olmak zorunda olduğuna kani idi. Aynı şey Heisenberg için de geçerliydi. Eski günlerin yaşlı efendileri kuantum mekaniğinin son derece başarılı köktenci devrimini tecrübe etmişler ve benzer birşeyi yine yaşamak istiyorlardı. Tıpkı 1925 devrimi gibi yeni bir devrime gereksinim olduğunu düşünüyorlardı. Max Born, Heisenber ve Schrödinger de dahil olmak üzere tüm yaşlı kimseler aynı şeyi yapma derdindeydi. Diyeceğim o ki herbirinin köktenci önerileri vardı ve nihayetinde bu önerilerin tamamen işe yaramaz olduğu görüldü. Öte yandan yaşça genç kimselerin haddizatında muhafazakar oldukları görülmekteydi. Bu noktai nazardan bakıldığında Feynman dahi muhafazakar olarak görülmekteydi. Eski fiziğe rücu etti ve onunla sorunu çözdü. Schwinger ve ben de böyle yapmıştık. Eğer kuantum elektrodinamiğinin eski fiziksel konseptlerini tıpkı Heisenberg ve Pauli'nin 1920'lerde yaptığı gibi tam olarak uygulamak, matematiği hakikaten işletmek ve doğru cevaplara erişmek muhafazakarlık ise bizler muhafazakardık. Ve nedense Oppenheimer buna şaşırıyordu. Dinlemeye dahi tahammül edemiyordu.
SS: Feynman'a kıyasla Schwinger'i yeğlemesi söz konusu oldu mu?
Aslında Oppenheimer o zamanlar Schwinger'e karşı hasmane bir tavır takınmıştı. Bu durum tuhaftı. Schwinger onun öğrencisi olmuştu ve önceleri Schwinger'in çalışmalarına şevkle yaklaşırdı. Ancak 1948'in yaz ya da güz mevsiminde Avrupa'dan döndüğünde tüm bu sürecin işe yaramayacağına mukniydi. Schwinger de dahil olmak üzere herkesin sil baştan başlaması gerekiyordu. Schwinger yeterince iyi değildi. Evet akıllıydı belki ama derince bir yaklaşımı yoktu. Herneyse, nihayet Uhlenbeck Oppenheimer'a ricacı oldu da bu sorun aşıldı. Uhlenbeck o sene Princeton'a gelmişti ve Oppenheimer'i "Dyson'ı bir dinleyelim." diyerek ikna etti ve böylece yeni bulgular hakkında konuşmam için Oppenheimer bir seminer serisi düzenledi ve benim de en azından konuşma şansım oldu. - Seminer serisi: Oppenheimer'ı ikna etmem.
Ve ilk seminerim tam bir faciaydı. Feynman'ın çalışmaları hakkında ne zaman konuşmaya başlasam Oppenheimer her cümlemi böldü ve sözlerimi nasıl söylemem gerektiğini bana aktardı ve eğer konuyu tam anlamış olsaydım böyle olmayacağını söyledi. Daima herşeyin en iyisini bilirdi seminer organizatörlüğü çok kötüydü. Sahnede baş aktör olarak kendisini konumlandırırdı ve bir türlü çenesini kesemez biz de ona çenesini kesmesini söyleyemezdik. Dolayısıyla aslında aramızda çok küçük bir iletişim vardı.
SS: Bu da sizde bir düş kırıklığına neden oldu.
Kendimi çok kötü hissetmiştim. Dışarıya çıkıp teselli için Cécile'in yanına gittiğimi hatırlıyorum ve Cécile çok harika bir kişilikti. O dönemde bana bir anne şefkati göstermişti.
SS: Siz de Oppenheimer'ı ikna edememeniz halinde durumun umutsuz olacağını mı düşünüyordunuz?
Hiç öyle düşünüp düşünmediğimi bilmiyorum. Oppenheimer'ın daima mutaassıp koca bir budala olduğunu düşünmüşümdür. İşin doğrusunu yaptığıma itimat edecek kadar küstahtım ve eninde sonunda kabul göreceğimi de biliyordum ancak hiç bir şekilde dinlenmemek insanı hem irite ediyor hem de düş kırıklığına neden oluyor. Herneyse, Cécile'de çok teselli buldum ve o gece çevrede karanlıkta kendi kendime yürüyüş yaparken gökyüzünde büyük bir aurora belirdi. Gördüğüm en parlak auroraydı ve tüm gökyüzü kızıl ve yeşil bir alevle ateşe verilmiş gibiydi. Adeta Tanrı bana birşeyler diyordu! Demek ki işler o kadar da kötü değildi; eğer Allah benimle beraberse durumum iyiydi! Bir hafta sonra ikinci seminerimi verdim ve bu sefer seminerim az daha iyi geçti ama hala çok kötüydü ve yine çok fazla dinlenmemiştim. Ve bu esnada nasıl olmuşsa Hans Bethe tüm bu olan biteni duymuş ve zannedersem Oppenheimer ile bir telefon görüşmesi de yapmıştı.
SS: Princeton'a gelmiş ve sizi dinlemiş, dersinizi izlemişti...
Evet, ama zannedersem o telefon konuşmasından sonraydı.
SS: Anlıyorum.
Zannedersem Oppy'ye telefon açmış ve "Dyson'ı gerçekten de dinlemen gerekiyor zira diyecek bir sözü var." demişti. Ardından Bethe'nin kendisi de benim verdiğim bir sonraki seminere geldi. Oppenheimer sözümü kesmeye devam ediyordu fakat bu sefer Bethe imdadıma yetişti ve Oppenheimer'a çenesini kesmesi gerektiğini söyleyebildi. Bunu da ancak o yapabilirdi.
SS: Pekiyi Oppenheimer nihayet sizi dinledi mi?
Evet, artık nihayet dinlemeye başladı!
SS: Yani Bethe'nin sözünü dinledi ve çenesini kesti mi?
Evet! Dolayısıyla üçüncü seminerde dinlemeye başladı ve toplamda beş seminer verdim ve dördüncüsü ve beşincisi güzel geçti. Bu zaman zarfında konuyla da ilgilenmiş, dinlemeye değer birşeyler olduğunu anlamaya başlamıştı. Ne zaman olduğunu tam hatırlamıyorum ama tüm olan biteni müteakip posta kutuma "nolo contendere" yazılı küçük bir nok bıraktı. [ÇN: Nolo contendere, hukukta davalının suçunu itiraf etmemesine karşın ileri sürülen iddialara da cevap vermemesi durumudur.] - Beni meşhur eden $S$ matrisine ilişkin makalem.
$S$-matrisi makalemi Noel'de yazmıştım. Zira $S$-matrisi makalesinin üzerinde ciddi derecede çalışılması gerekiyordu. Çok daha hırslı bir programın ürünüydü. Çünkü tüm serinin sonuna kadar yapılabileceğini ispatlamak anlamına geliyordu. Radyasyon teorisine ilişkin orijinal makale sadece ikinci dereceden perturbasyona kadar gidiyordu ve ben kendime tüm mertebeleri ispatlama görevini vermiştim. Bu da haliyle biraz zaman aldı.
SS: Ancak genel problemi yapmaya çalışmak zihninizdeydi zaten değil mi?
Evet. Etrafında dönüp dolaştığımız şeyin $S$-matrisi olduğu barizdi ve muhtemelen Ekim, Kasım, Aralık aylarında $S$-matrisi teorisini geliştirdim ve bunları Noel'de yazdım. Wigner'le bir çay partisine gittiğimi hatırlıyorum. (Wigner'le hiç yakından tanışma fırsatım olmadı ama o nezaketinden bir çay partisine davet etmişti. Hanımı da çok misafirperverdi.) Zannedersem Cécile de davet edilmişti ve ben de yine onunla beraber partiye katılmıştım. Her ne kadar Cécile için herhangi bir romantik hissiyatım olmasa da çok harika bir kişiliği vardı ve ikimiz çok iyi geçiniyorduk. Herneyse, Wigner'le beraber çaya gittik ve kapıda konuşurken bir anda uzaksamaların örtüşebileceğinin farkına vardım. Tüm $S$-matrisi tekniği uzaksamaların örtüşmemesine bağlıydı ama hakikatte uzaksamalar örtüşüyordu ve hiç şüphesiz tüm bu teori yanlıştı. Dolayısıyla Wigner'in evine aniden gelen tüm bu...
SS : sezgiyle girdiniz...
İşin temelinin çöktüğünü farketmiştim! Dolayısıyla bedenim çay partisindeydi ama aklım başka yerlerdeydi. Ardından eve döndüm ve örtüşen uzaksamalar (overlapping divergences) sorununu aşmaya çalıştım ama hiçbir zaman tam bir çözüme varamadım. Dolayısıyla bu yarım kalan bir iştir benim için. $S$-matrisi makalemi de bu örtüşen uzaksamalar problemini tam halletmeden kaleme aldım. Sorunu daha sonra Abdus Salam çözdü. Bu problemi temizleme işini benden sonrakilere bırakmıştım ve dolayısıyla aslında $S$-matrisi yönteminin işe yarayıp yaramayacağı ispattan ziyade inanç gerektiriyordu. Herhalükarda makaleyi yazdım ve örtüşen uzaksamalar sorunuyla uğraşmak istemediğim için yayınladım. Gerçekten de uğraşması çok zor sorunlardı. Makalem yayınlandıktan sonra bir anda meşhur oldum ve hayatım değişti... - Oldstone konferansı: teorilerin renormalizasyonu.
SS: İlki Shelter Island'da, ikincisi Pocono'da ve üçüncüsü ise Oldstone'da düzünlenen, sizin de davetli sıfatıyla katıldığınız bir konferans vardı.
Evet. O konferansı çok canlı bir biçimde hatırlıyorum. Çok eğlenceliydi ve çok ilginç kimseler oradaydı ancak rapor etmeye şayan çok da fazla bir ilerleme yoktu. O zamana gelindiğinde herşey çoktan yapılmıştı.
SS: Eğer doğru hatırlıyorsam, istisna olarak, o üçüncü konferansta sizin ortaya attığınız ve teorilerin seçiminde yeniden normalize edilebilme kıstası vardı.
Evet, doğru olabilir. Şu an tam hatırlamıyorum ama mümkündür. Bu konuyu benden daha iyi biliyorsunuz.
SS: Pocono konferansının notlarında var...
Okey, Oldstone konferansına gelirsek... Oldstone konferansından hatırımda kalan şey konferansın orada bulunan pek çok kimse için büyük bir düş kırıklığı olduğudur. Hakikaten yeni hiçbir şey yoktu ve bu yüzden bir daha bu konu üzerine konferans düzenlememe kararı aldılar.
SS: İnsanların ilgisi de elektrodinamikten meson teorileri ve benzeri şeylere kaymıştı.
Doğrudur. Evet. Dolayısıyla yeni birşeyden ziyade oyunun sonu gibiydi. Evet, orada olmak eğlenceliydi ancak önceki konferanslar gibi insana heyacan veren bir durum da yoktu.
SS: Yeniden normalize edilebilirlik meselesini gündeme getirmemin sebebi şudur: Weinberg ve diğer bilim insanlarının da yaptığı üzere bir teorinin seçilebilir olmasında yeniden normalize edilebilir olması merkezi bir öneme sahiptir.
Evet, doğrudur. Ayrıca bir teorinin yeniden normalize edilebilir olup olmamasını tayin ederken de son derecede basit bir araç haline gelmiştir.
SS: Doğru.
Evet, kesinlikle bu çalışma bizi bir adım ileriye taşımıştır. - İngiltere'ye geri dönmem.
SS: Commonwealth bursunuzun ikinci yılının sonundaydınız ve bir bursiyer olarak artık İngiltere'ye geri dönmeniz gerekiyordu.
Evet, üzücü olan da şudur ki o dönemde Rabi'den sağ kolumu vereceğim bir iş teklifi almıştım. Tam da istediğim şeydi. Columbia'ya gitmek ve oradaki tüm bu muhteşem deneycilerle çalışmak ve yaptıkları deneyleri yerinde görmek. Benim için çok harika bir faaliyet olurdu. Ancak İngiltere'ye döneceğime dair taahhütte bulunmuştum ve dolayısıyla da İngiltere'ye döndüm. "Üzgünüm, teklifinizi reddetmek zorundayım." dedim ve benim yerime Norman Cole işe alındı. Benim için hala büyük bir keder kaynağıdır. Herneyse, İngiltere'ye geri döndüm ve Birmingham'da Peierls'tan iki yıllık bir Kraliyet Cemiyeti Bursu için teklif aldım ve Birmingham'da iki yıl geçirdim. - Oppenheimer.
Oppenheimer'ın benim için her cihetten bir düş kırıklığı olduğunu söylemem lazım. İlkin, Oppenheimer'ın hiç kimseyi dinlemek istememesi tam bir şoktu. Ancak, gerçekten iyi bir lider olmaması bunun üzerine tuz biber ekiyordu. Los Alamos'ta çalışırken onun ne kadar muhteşem bir kişilik olduğuna ilişkin pek çok şey duymuştum. Diyeceğim o ki Los Alamos'ta büyük bir orkestrayı yöneten ünlü bir şef gibiydi ve idaresi altında çalışan herkes süreci çok iyi yönettiği için ona minnettardı. Ve ben de Princeton'da buna benzer bir performans sergilemesini bekliyordum ancak bundan eser yoktu. İnsanların uğraştığı şeylerin ayrıntısına dair bir merakı yoktu ve mesafeliydi. Asıl sorun ise zamanının üçte ikisini Washington'da geçirip, kamuyu ilgilendiren sorunlar içinde boğulup kalmasıydı. Tabii ki seminerlere gelip haddizatında bilmediği meseleler hakkında ne çok şey bildiğini göstererek çalım satmaktan hoşlanırdı ancak bize önümüzde takip edeceğimiz bir liderlik sergilemedi. Dolayısıyla bu büyük bir hayal kırıklığı olmuştur. Ve elbette üçüncü olarak onun kendi başına kotardığı işler.. Fiziğe yaptığı en iyi katkılar kara deliklerin tarifi üzerineydi. Bu çalışma harpten hemen önce Snyder ve Volkoff'la beraber gravitasyon sahasında yapılmıştır. Biri nötron yıldızları ötekisi kara delikler üzerine olan iki makaledir ki kanaatimce fiziğe yaptığı en dişe dokunur katkıları da bunlardır. Ben de o dönemde kara deliklere çok ciddi derecede merak salmıştım ve işin aslına bakarsanız o da bu konudan kopmuştu. Kara delikler hakkında konuşmayı dahi istememesi benim için çok büyük bir sürpriz olmuştur. Kara delikler üzerine çalışmayı adi bir doktora öğrencisinin dahi yapabileceğini ve dolayısıyla bu konunun kendi ilgisine şayan olmadığını düşünüyordu. Nedendir bilmiyorum ama konuya tamamen ilgisizdi. Bunu çok tuhaf bulmuştum. Bu durum Einstein için daha bir geçerliydi. Einstein'ın kara deliklere karşı bilfiil hasmane bir tutumu mevcuttu. Halihazırdaki noktai nazarımızdan bakıldığında anlaması çok güçtür zira kara delikler genel izafiyet teorisinin en ciddi sonuçlarından birisidir.
SS: Belki Einstein'ın durumunu anlayışla karşılayabiliriz. O tekilliklerden (singularity) ari bir teori arayışındaydı, değil mi?
Anlıyorum ama bu kadar da dogmatik olmanın ne lüzumu var? Diyeceğim o ki, kara deliklerin varlığına dair kesin kanıtlar vardı ama o bunları değerlendirmeye alabilmek şöyle dursun kara delikleri bir sorun olarak değerlendirmeye almayı bile istemiyordu.
SS: Ve Enstitü'de kaldığınız süre boyunca, Einstein'le konuşma fırsatınız oldu mu?
Einstein'le olmadı ama Oppenheimer'la konuştum.
SS: Hiç mi konuşmadınız Einstein ile?
Hayır, ama Oppenheimer'le konuştum ve bu konuşma çok heves kırıcıydı. Zannımca her cihetten bir düş kırıklığıydı. Onu hayatının sonlarına doğru iyice yıpranmış bir haldeyken daha çok sevdim. Özellikle ölümcül şekilde hasta olduğunda. O zaman epeyce değişmişti. - Princeton Enstitüsü: fakülte üyeleri, dostlar, insanların tutumu.
Daha sonraları Gödel ile gayet iyi tanıştım ancak o yıl değildi bu. Tüm gayretimi fiziğe hasr-ettim ve matematikçilerle konuşmadım zira kafamın karışmasını istemiyordum. Aslında bir bakıma muazzam bir fırsatı da kaçırdım. Hermann Weyl ve muhtelif diğer kişilerle konuşabilirdim ama olmadı.
SS: O zaman gerçekten de fiziğin sınırları içindeydiniz.
Evet, öyleydik. Ayrıca gence karşı yaşlı kuşak çatışması vardı. Hepimiz fevkalade kendine güvenir, küstah kimselerdik. O günlerde yaşça bizden önde kimselerin ipin ucunu kaçırdıklarını ve dolayısıyla onlarla konuşup vakti boşa geçirmenin gereksiz olduğunu düşünüyorduk. Kuşkusuz bu tutumumuz Gödel için geçerli değildi ama diğerleri için böyleydi. Enstitü'deki fakülte üyelerinin varlığının farkında olduğumu dahi hatırlamıyorum. O zamanlarda fizik branşında herhangi bir fakülte üyesi elbette yoktu. Sadece Oppenheimer ve genç kimseler vardı.
SS: Pais o aşamada daimi üye miydi?
Kesinlikle profesör değildi. Matematik ve tarihte koca bir öğretim üyesi kadrosu vardı. Onların Enstitü'deki mevcudiyetlerinin farkında olduğumu dahi zannetmiyorum. Bana göre o dönemde orada gençler ve hayızdan nifastan kesilmiş birkaç titrek ihtiyar vardı.
SS: Sizi doğru anlamışsam, Enstitü'de geçirdiğiniz bir yıldan sonra geri geldiniz ve orada tamamladığınız işlerden memnunken, Oppenheimer'ın yaptığı işlerden çok da etkilenmemiştiniz.
Evet. Demek istediğim şu ki Enstitü dünyanın dört bir yanından gelen genç insanlar sayesinde şahane bir yerdi. Burada pek çok dostluklar tesis ettim. Cornell'e kıyasla çok daha kozmopolitan bir yerdi. Ancak benim için esas kıymete haiz kimseler gençlerdi.
SS: Bu Karplus ve Kroll ve diğer kimselerin sizinler beraber burada bulunduğu yıldı değil mi?
Ah, evet. Ayrıca Jack Steinberger o insan grubu içindeki en yakın dostumdu. Ondan pekçok şey öğrendim. Hem teorik hem de pratik çalışmalarla iştigal eden bir kişiydi. Zannedersem deneysel çalışmalarla uğraşan tek kişi oydu, harikaydı. Bir de çok iyi tanış olduğum David Bohm vardı. Hatta David Bohm ve ben burada bekar olan iki kişiydik ve şehirde iki oda kiralamıştık ve burada yaşamıyorduk. David Bohm ve ben her akşam Princeton'daki Witherspoon Caddesi'nde bulunan "soul food" yiyebileceğiniz harika bir mekan olan Grigg's lokantasında yemeğimizi yiyorduk. [ÇN: soul food, kölelik zamanlarından kalan siyahi mutfağı.] Sahibi de müdavimlerinin çoğu da siyahi olan bir lokantaydı ve sundukları yiyecekler hem çok ucuz hem de çok lezizdi. Dolayısıyla Dave Bohm ve ben orada yemeğimizi yemekten çok hoşlanırdık. Bir gün Oppenheimer'ın sekreteri Kate Russell'dan bana Grigg's de yemek yemenin çok da uygun olmadığını söyleyen sert ve küçük bir nota aldım.
SS: Sizin tepkiniz ne oldu?
Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da Grigg's de yemeğimi yiyeceğimi söyleyerek kestirip attım. Tepkim buydu. Ayrıca buna çok şaşırmıştım. Zira 1948 yılındaydık ve sözüm ona ırk ayrımcılığının artık bitmiş olması gerekiyordu. Herneyse, Enstitü'deki hava böyleydi işte. Demek istediğim şu ki Enstitü'de Üniversite'ye kıyasla çok daha fazla serbestiyet bulunması gerekiyordu ancak insanların tavrı da buydu.
22 Haziran 2018 Cuma
Freeman Dyson ile yapılan nehir söyleşinin tam tercümesi 7/13
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)