- İlham kaynağı kimya öğretmenim: Eric James.
Okulda fizik ve kimya üzerine derslerimiz vardı. Fizik öğretmenimiz çok iyi olmasına rağmen derslerini tekdüze anlatırdı. Kimya öğretmenimiz ise bir dahi idi ama bize kimya öğretmek yerine şiir okur, kimyayı ders kitaplarından da öğrenebileceğimizi söylerdi. Ayrıca gerçek kimya deneylerini yapacak yeterli laboratuvar araç gereçlerimiz yoktu. Diyeceğim o ki yapabildiğimiz deneyler eften püften şeylerdi. Bu yüzden o da bize aşık olduğu modern şiir türünden örnekler okurdu. Cecil Day Lewis'i çok sevdiğini, onun şiirlerini okuduğunu hatırlıyorum. Day Lewis'i ben de hala çok severim. Öğretmenimizin adı Eric James idi ve onun öğrencisi olmak sıra dışı bir şanstı. Zira bizden sonra York Üniversitesi'nin kurucusu oldu, kamuya büyük hizmetleri dokundu ve vefat ettiğinde Rusholme Lord'u olarak Lordlar Kamarası'nda görev yapmaktaydı. Lakin o dönemde mütevazi bir okul müdürüydü ve hiç kuşkusuz İktisadi Buhran nedeniyle akademik bir görev alamamıştı. Ancak öğretmeyi çok seviyordu ve bize sahip olduğu her şeyi yani şiiri verdi. Edebiyat zevkimin büyük bir kısmı ondan gelmektedir. Bu arada kimyayı, Eric James'e kıyasla o yaşında dahi daha iyi bir uzman olan ve bu işi ondan daha çok seven Christopher Longuet-Higgins'ten öğrendim. Christopher'ın Winchester'a kendi sentezlediği kalay(IV) iyodür kristallerini getirdiğini hatırlıyorum. O günler için en harika şeylerdi. Kristaller muhteşem bir kızıllıktaydı ve aşırı derecede ağırdılar. Küçük bir şişeyi bu kristallerle doldurduğunuzda şişe kurşun gibi ağır oluyordu. Bu çeşit bir kimyayı yani arkasındaki teoriden ziyade gerçek laboratuvar faaliyetlerini pek hoş bulduğumu söylemeliyim. Willard Libby'nin buraya, Princeton'a yaptığı bir ziyarette başka küçük ve ağır bir şişe getirdiğinde herkesin yaşadığı sevinci hatırlıyorum. Şişede baryum ksenat vardı ve o günler için bu mutlak manasıyla bir keşifti zira kimse bir asal gaz olan ksenonun bileşik yapabileceğini bilmiyordu. Bu tip bileşikler 1950'lerde keşfedilmişti ve baryum ksenat aşırı derecede sıradan bir malzemedir. Tamamen kararlı ağır beyaz kristallerden oluşur. Hiçbir sıra dışılık alameti sergilemez. Öte yandan kristalleri ısıtmaya başladığınızda ksenon gazı çıkmaya başlar. - Biyoloji: yeteneklerim ve ilgilerim.
Kimyaya ilişkin diyeceklerim yakın zamanda tanıştığım Roald Hoffmann'ın [ÇN: 1981 Nobel Kimya Ödülü ve 1983 Amerikan Milli Bilim Madalyası sahibi.] görüşleri ile benzerlik arz eder. Kendisi şiirle de meşgul olan derin bir kişiliğe sahiptir ve ayrıntılardaki güzelliği tepedeki kapsayıcı teoriye yeğler. Bu cihetten bakınca kimya fizikten çok farklıdır ve açıkçası bunun tadından hoşlanıyorum. Hoşlandığım şey her zaman büyük resimden ziyade ayrıntılar olmuştur.
SS: Ve bu astronomi için de geçerlidir değil mi?
Evet. Listeye biyolojiyi de eklememiz lazım. Tabip olmak istediğimden ötürü biyolojiye de merak sardım. Kendimi çok yakın hissettiğim en sevdiğim vaftiz babam ve aynı zamanda dayım, Britanya İmparatorluğu'nun muktedir günlerinde Sudan'da bir tabip subaymış. Orada çok geniş kapsamlı araştırma faaliyetlerinde bulunmuş. Yanlış olmasın, ya Teksas ya da Teksas'ın iki katı kadar bir ülkedeki tıbbi hizmetlerin başındaymış ve muhtemelen oradaki tıbbi hizmetleri tek başına tesis etmiş. Dolayısıyla onun bu çalışmaları bana tabip olmanın iyi bir fikir olacağına dair bir ilham verdi. Ben de doktor olma azmiyle biyolojiyi öğrenmeye çalıştım ve hatta bölgemizdeki ırmaktan kerevit [ÇN: Tatlı su ıstakozu.] toplayıp onları teşrih ettim (dissect). Bu işlem benim bir biyolog olmak için yaratılmadığımı bana öğretti. Zira bu yaratıkları teşrih ederken çok zorlandım ve hangi parçanın hangi organ olduğunu bir türlü anlayamadım. Lakin genelde biyoloji üzerine okumalarım oldu ve özellikle Wells, Huxley, Wells tarafından kaleme alınan 1600 sayfalık Science of Life adlı koca kitabı okudum. Tüm biyolojiyi bir ciltte toplayan harika bir kitaptı ve teoriden ziyade ayrıntılara yer veriyordu. En küçük bakteriden, insan toplumuna ve ekolojiye kadar her şey vardı. Biyolojiye ilgim aslında çok ciddi idi ama yeteneklerimin ilgilerime dik olduğunu keşfettim. Ve bu hep böyle oldu. Sadece matematiğe yeteneğim vardı ama ilgi alanım çok daha genişti. Nihayetinde matematiğe hep geri döndüm zira elimden gelen her şey sadece matematik dairesindeydi. - Winchester Koleji'nin kütühanesindeki okumalarım.
Hazırlık okulunda Jules Verne'i okumuştum. Çok iyi bir kütüphaneleri vardı. Her ne kadar barbar bir kurum olsa da hazırlık okulunun kütüphanesi iyiydi ve her zaman oraya sığınabiliyordum. Bir yönüyle kurumun barbarlığı kütüphanesini daha da cazip kılıyordu. Ve orada kaldığım süre boyunca Jules Verne'nin kitaplarının çoğunu okudum. Çok da güzel bir ansiklopedileri vardı; o dönem için muhteşem bir bilgi kaynağı. Elektron ve protonları ilk defa o ansiklopediden öğrendiğimi hatırlıyorum. Elektronlar ve protonlar hakkındaki makaleyi okuduğumda kendimi boşa çabalamış gibi hissettiğimi de... Çünkü okura elektronlar hakkında her şeyi anlatıp protonlar hakkında ise neredeyse hiç bir şey söylemiyordu. O an protonlar hakkında daha fazla bilgiye ulaşmaya karar verdim. O zamanlarda protonlar hakkında neredeyse hiç bir şey bilinmediği çok barizdi ve bu yönde ilerlemek gerekiyordu. Bilinmeyen bir şeyler olduğuna dair ilk sezgim budur ve bu çok erken bir yaşta bana geldi... O kütüphanede Jules Verne'in kitapları vardı. Wells'in de kitapları var mıydı, orasını bilmiyorum. Ama kısa zaman içinde Wells'i de keşfettim ve klasikleşmiş Wells kitaplarını okudum: Tono-Bungay, Zaman Makinesi ve Doktor Moreau'nun Adası. Bu kitaplar muhteşemdir. Hem edebi olarak hem de...
SS: muhayyile yönünden
Şey, aslında bilimsel içerik vasattır. Wells'in yazarlığı onun bilimsel yönünü çok aşar. - Sınıf birincisi olmak bana ne kazandırdı?
Winchester'da sistem çok iyiydi. Yılda üç dönem vardı ve her dönemin sonunda sınavlara giriliyordu. Sınavlarda en yüksek başarıyı yakalayan çocuğa, öğrencinin kendi seçtiği bir ödül veriliyordu. Bu da yılda üç defa o ödülü hep benim aldığım anlamına gelmekteydi. Ödüle tahsis edilen ödenek bugünün fiyatlarıyla otuz dolar kadardı ve bu meblağın istediğiniz bir kitabın alımında harcanması gerekiyordu. Bu fiyata bir çift çok iyi kitap alabiliyordunuz. Bugün de kitaplığımın raflarında duran bu harika kitapları bu şekilde aldım ve çok da iyi bir koleksiyon oldular. Kolejin bitişiğinde bir kitabevi vardı ve sipariş ettiğiniz her şeyi getirebiliyorlardı. Onlardan kitap kataloglarını tedarik ederdim. Muhtelif yayıncıların kataloglarını temin ettim ve en güzel görünen kitabı dikkatlice inceleyerek seçtim. Ardından kitaplar teslim ediliyordu. Bu ödüllerden birisi de Eddington'ın
SS: İzafiyet Teorisi mi?
Genel İzafiyet Teorisi, evet, o daha sonra. Zannedersem Eddington'ın kaleme aldığı ve benim satın aldığım ilk kitap Fiziksel Dünyanın Tabiatı adlı çalışma idi. Diyeceğim o ki kitap ne kadar popüler olursa o kadar kolay hatırda kalıyor. Hepsini hatırlamıyorum ama bunlar arasında Joos'un Teorik Fizik adlı kitabı da vardı. Almanca'dan tercüme edilmişti ve harikulade bir kitaptı. O kitaba eriştiğim için şanslıydım zira o dönemde kullanılmayan tuhaf bir çalışmaydı ama modern bilime dair gelişmeleri de kapsayan 1930 civarında yazılmış bir kitaptı. Teorik fiziği bu kitaptan öğrendim. Hatta fiziğin neredeyse tamamını bu kitaptan öğrendim. Bu kitabın bana fiziğin n'idüğünü çok güzel öğrettiğini zannediyorum. - Winchester'da matematik çalışmak.
Winchester'daki matematik şubesinin başı Clement Durell adında bir adamdı ve durumumuzu çok iyi anlıyordu. Demek istediğim şu ki kendisi de çok iyi bir matematikçiydi ve bu sahada ciddi işler yapmıştı. Okunabilir İzafiyet adında lise çağındaki öğrenciler için küçük bir ders kitabı da kaleme almıştı. Muhtemelen izafiyet üzerine yazılan en temel düzeydeki eserlerden birisidir. Zira kitap lise çağındaki öğrencilere yönelikti ve yazar onları çok iyi tanıyordu. Kitabın vermek istediğini alıp almadığınızı sınayabileceğiniz bir sürü alıştırmayla doluydu. Çok güzel, tam öğrenme amaçlı bir kitaptı. Ayrıca Bay Durell kendisini meşhur eden pek çok ders kitabı telif etmişti. Ancak sınıfta verdiği dersler sıkıcıydı ve kendisi de kötü bir sınıf öğretmeniydi. Asla parlak çocuklarla ilgilenmez ulaşılması daha zor öğrencilerle daha çok uğraşırdı. Kuşkusuz onun işi buydu. Bizi -parlak çocukları- kendi halimize bırakmıştı ama daha fazlasına ihtiyacımız olduğunun da farkındaydı. Bu yüzden yolun 12 mil ilerisinde bulunan Southampton'daki University College'den genç bir matematikçi getirtti. Bugünkü adı Southampton Üniversitesi olan University College'ın o dönemde çok iyi bir matematik bölümü vardı ve Bay Durell'in Winchester'a gelmeye ikna ettiği genç adam Daniel Pedeo'ydu. Onunla dostluğumuz hayat boyu devam etti. Ondan önemli ölçüde etkilenmişimdir. Maalesef şimdilerde Minnesota'da yaşıyor ve sağlığı çok kötü bir durumda. Hakikaten birinci sınıf bir matematikçiydi. Aslına bakılırsa Winchester'a gelmeden önce burada, Princeton'da İleri Çalışmalar Enstitüsü'nde bulunmuştu. 1930'larda burada Enstitü'deydi. Geometri tutkusu olan iyi bir geometriciydi. Bana özel ders vermek için haftada bir kere Winchester'a geliyordu. Ondan bir sürü şey öğrendim. Bana takip etmem için verdiği kitap Severi'nin Cebirsel Geometri'siydi ve kitap İtalyanca kaleme alınmıştı ama biz Almanca tercümesini kullanıyorduk. Yani cebirsel geometriyi öğrenmem için bana verdiği kitapla beraber Almanca'yla da başa çıkmam gerekiyordu. Bu çaba hem Almanca hem de matematik becerim açısından iyiydi. Bu matematiğe yapabileceğiniz en güzel girişti. Severi muhayyilesi güçlü bir matematikçiydi. Kitabını yazarken matematikçilerin bürokratik diline iltifat etmemişti ve ispatladığı teoremler aslında tam da ispatlanmış sayılmazdı ve diğer insanlar tarafından defalarca incelenmeyi ve düzeltilmeyi gerektiriyorlardı. Ancak buna rağmen teoremler doğruydu. Demek ki yüksek boyutlara gömülü karmaşık varyetelere ilişkin çok güçlü bir hayal gücü varmış. Ve ayrıca tastamam bir faşistti Severi. Mussolini'nin de yakın dostuydu. Hayatının sonuna doğru faşist hareketin önde gelen liderlerinden olması hasebiyle işgal ettiği yüksek makamlardan kovuldu. Ama yine de çok büyük bir adam. Hem büyük bir adam hem de pisliğin teki olabileceğinizin en güzel örneğidir. - Züppelik ve sınıf sistemi.
Ben hakikaten çok şanslı bir insandım. Ama buna rağmen yine de sınıf sisteminden nefret ediyordum yani etrafımızdaki züppelik, tahammül edilir gibi değildi. Bulunduğumuz yer entelektüel olarak çok hareketli bir yerdi. Ayrıca orada hem entelektüel hem de sosyal züppelik göze çarpıyordu. Demek istiyorum ki hepimiz orta sınıftan gelme çocuklardık ama hem işçi sınıfına hem de ticari orta sınıfa tepeden bakıyorduk. İngiltere'de entelektüel orta sınıf ile ticari orta sınıf arasındaki düşmanlık her zaman güçlü olmuştur. İngiltere'deki içtimai sorunların sebeplerinden birisi de budur. Margaret Thatcher'in üniversitelerle sürtüşmesinin altında bu yatar: kendisi ticari orta sınıf menşeliydi. Her ne kadar kolejdeki insanların çoğunu ve oradaki hayatı sevsem de, orta çağdan kalma yüksek duvarlar arasında, entelektüel olarak züppe bir çevrede tıkanıp kalmıştık ve ben aşırı derecede nefret hissiyle dolu olduğum bu mekanı darman duman etmek istiyor, içeriye biraz gün ışığı girmesini arzuluyordum. Dolayısıyla okul çevreme karşı hissiyatım karmaşık ve mütereddit idi. Etrafımızı saran o eski usül atmosferden hep nefret ettim. Şimdi üzerinden elli yıl geçtikten sonra bu nefretin kaybolmaya başladığını görüyorum. Galiba artık yumuşamaya başladım. - Piaggio ve okul tatilleri.
Okulda seçtiğim başka bir ödül de Piaggio'nun Temel Diferansiyel Denklemler kitabıydı. Çok kullanışlı bir kitaptı zira okura diferansiyel denklemleri pek çok alıştırma yoluyla öğretiyordu. Her bölümün sonuna konuyu gerçekten anlamak istiyorsanız çözmeniz gereken bir sürü alıştırma konulmuştu. Bu da benim için harika bir fırsattı zira ben kendim bir şeyler yapmadan hiçbir şeyi öğrenemem. Dolayısıyla yaz tatilinde bu kitabı baştan sona çalıştım. Tatil günlerinde çalışmak suretiyle yedi yüz civarında alıştırmayı yaptım. Annem biraz bu halime endişelenmişti. Benim matematiğe fazlasıyla derinden daldığımı düşünüyor, beni hayatta ilgiye şayan başka şeyler olduğuna da ikna etmeye çalışıyordu. Lakin tutkum çok derindi ve yedi yüz alıştırmayı çözdükten sonra onu dinledim.
SS: Ve alıştırmaları onlarla beraber deniz kenarındayken yaptınız değil mi?
Evet, İngiltere'nin güney sahilinde babamın inşa ettiği, bataklık ve tecrit edilmiş bir arazide meskun, küçük bir yazlık evimiz vardı. Kendisi bestekar olduğundan yalnız kalmaktan hoşlanırdı. Okul döneminde besteyle uğraşamadığı için tatiller onun için bir fırsattı ve bunun için sakin ve huzurlu bir ortama ihtiyacı vardı. Okul tatilleri bizim için sakin ve tecrit edilmiş bir zaman dilimiydi. Böylesi bir dönemde beni mutlu eden Piaggio'nun kitabının yanımda bulunması bir şanstır. Deniz kenarındaki bu küçük yerde yapacak başka da bir şey yoktu. Kumsal bir çamur tabakasından ibaretti. Bu yüzden yığınların yüzmeye geleceği türden bir yer değildi. - İlişkilerime annemin tesiri.
Babam hayatımda hep mesafeli bir konumda rol aldı. Tabi ki parlak bir erkek çocuğuna sahip olduğundan ve aldığım ödüllerden ötürü koltukları kabarıyordu ama onun için yakın bir arkadaş olmaktan ziyade bir gurur kaynağı idim. Öte yandan annem benimle yakından ilgilenirdi ve hayat hakkında bana çok şey öğretti. Elbette dostluğun ve insani ilişkilerin kitaplardan daha önemli olduğunu anlattı. Kendimi kitaplara gömüp sadece matematik çalışmam halinde aşk ve sevgi gibi hayattaki en önemli şeyleri ıskalayacağımı ve bir gün gelip yaşlandığımda bütün bunlar için çok geç kaldığımı fark edip hayal kırıklığına uğrayacağımı söylerdi. Bu meyanda bana başka bir türden edebiyatı öğrettiği söylenebilir. Goethe'nin Faust'undan iktibas yapmayı çok severdi. Bu kitap onun için adeta bir hikmet kaynağıydı. Faust, Şeytan ile bilgi ve güç karşılığında bir anlaşma yapmış ve dostlarıyla sevgilisini ihmal etmiş. İnsanları anlamak yerine onları kullanmış. Dolayısıyla Faust önümde kim olmamam gerektiğine dair bir örnekti. Zannedersem hayatın insani yönlerine dair en iyi eğitimi annemden aldım. - 1930'lardaki siyasi düşüncelerim: Komünizm ve pasifizm.
1936 ile 1941 arasında Winchester'daydım. 1936'da İspanyol İç Savaşı halen devam ediyordu ve o dönemde herkes ya komünistti ya da ona yakın bir düşünceye bağlıydı. Yani genel olarak tüm entelektüeller İspanyol harbiyle derinden ilgileniyordu ve eğer konuyla bir alakanız varsa gidip Komünist Parti'ye kayıt yaptırıyordunuz. Pek çok arkadaşım gibi Oliver Dayım da partiye kaydoldu. Hatta bana okumam için solcuların kitaplarından gönderirdi. Sol Kitap Kulübü'ne üyeydi veya beni de üye yapmıştı. Oliver Dayım tabipti ve aynı zamanda kıpkızıl bir komünist. Bu o dönemde imparatorluğun sadık bir hizmetkarı olmaya engel teşkil etmiyordu. Ayda bir defa parlak, muhteşem kızıl kitaplar evimize geliyor ve bana dünyada olup biteni aşırı sol bir dünya görüşü çerçevesinde aktarıyordu. O dönemde zannedersem etrafım aşırı sol bir dünya görüşüyle sarılmıştı. Yine o dönemde Parti, Cambridge ajanlarını topluyordu. Ben bundan kaçacak kadar şanslıydım zira eğer yaşım beş yıl daha büyük olsaydı Parti'nin topladığı ajanlardan biri olabilirdim. Benim için komünizmin büyüsü bozulmuştu ve komünizmle sorunların aşılmayacağına karar vermiştim. O dönemde karşımızdaki sorun bir dünya savaşıydı ve Hitler'in dünyanın geri kalanına savaş ilan edeceği çok barizdi. Komünizm de bu duruma bir çözüm önermiyordu. Komünizm o ara dikkatimizi dağıtıyordu ve kafa yormamız gereken şey dünyayı savaştan kurtarmaktı. Zaten Birinci Dünya Savaşından zar zor kurtulmuştuk ve gelmekte olan İkinci Dünya Savaşı on kat daha beter olacaktı. Ve bu yüzden komünizmden ziyade pasifizmle bu belayla başedilebileceğine karar verdim ve bir pasifist oldum. İngiltere'de pasifizm 1936'dan sonra da güçlü kaldı. 1937 ve 1938'deki pasifizm dalgası çok güçlüdür mesela. Halk savaşın gelmekte olduğunu gördü ve yapılacak tek şey de buydu onlara göre. Savaşın hiç bir sorunu çözmeyeceği çok barizdi. Savaşa girdiğimizde muhtemelen hepimiz zaten ölecektik. Halk biyolojik silahların tahrip gücünün çok iyi farkındaydı; nükleer silahları bilmiyorduk ama Aldous Huxley Brave New World adlı kitabında şarbon bombalarından bahsettiğinden biz de İkinci Dünya Savaşı'nda şirpençe gibi bir çıbandan veya vebadan öleceğimizi sanıyorduk. Dolayısıyla savaş çok da umut vaat eden bir çıkış değildi. En güzel çıkış savaşmayı reddetmekti. O dönemde İngiltere'de Barış Yemini Birliği adında güçlü bir siyasi akım vardı. Tavizsiz pasifist olan bu birliğe katıldım. Hiçbir silahı taşımayacağımıza ve hiçbir askeri faaliyete iştirak etmeyeceğimize yemin etmiştik. Bu yeminle bir pasifist olmuştum ve okulda da küçük bir pasifist grubumuz vardı. Her daim azınlıktaydık ve dolayısıyla şerir kuvvetleri sakin diyalogla yenmeye karar vermiştik. Makul olmayan argümanlar sunan birisiyle karşılaştığımızda ise onunla altı saat boyunca konuşacak ve gittikleri yolun yanlış olduğuna onları ikna edecektik. Böylece sorunlar çözülecekti. Ve nihai hedef Hitler ile altı saat boyunca konuşmak ve onu da bir barış adamı olmaya ikna etmekti! Bütün varlığımı adadığım gaye buydu ve o zamanlar için bu çok da akıl dışı bir şey değildi. Hatta işe bile yarayabilirdi belki ama İkinci Dünya Savaşı'nın realitesi komik derecede farklı oldu. İkinci Dünya Savaşı'na girdiğimizde şarbon bombaları atılmadı ve gerçekleşen bombardımanın tahrip gücü bizim hayal ettiğimizin yüz kat gerisindeydi. İngiltere açısından İkinci Dünya Savaşı, ilki kadar kötü olmamıştır. - Tasnif dışı, aykırı bir şahsiyet olmak.
SS: Pek çok cihetten bakıldığında aykırı bir tipsiniz. Yeteneklerinize baktığımızda öğrencilerin çoğundan farklısınız. Edebiyat, diller, siyaset yönüyle de öğrencilerin çoğundan biraz farklıymışsınız.
Evet, doğru. Yani azınlıkta olmayı neredeyse meslek edindiğim bile söylenebilir. Bu durum fen bilimlerinde de geçerli olup çoğunluğa dahil olmaktan hep rahatsızlık duyduğum da bir vakıadır. - Cambridge'teki soyut matematik eğitimim ve Besicovitch'in tesiri.
Liseyi bitirince 1941'de yaşım 17 olduğu halde Cambridge'e geldim. Bu dönemden önce de, hep fizikle ve uygulamalı matematiğin her çeşidiyle ilgilenmiştim ve ödül olarak satın aldığım kitaplardan birisi de aerodinamik üzerineydi. Herhalde bu kitabı James Lighthill'in tavsiyesi üzerine almış, kendimi de ciddi ciddi bir aerodinamikçi olarak hayal etmiştim. Ayrıca bu saha o dönemde matematiğin faydalı olabileceği bir saha gibi görünüyordu ve tabii ki uçmak insana heyecan veren bir şey. Her neyse.. Ben Cambridge'e geldiğimde tüm uygulamalı matematikçiler gitmişti. Orada soyut matematikçiler hariç tüm uygulamalı matematikçileri ve fizikçileri orduya almışlardı. Radar, kriptoanaliz veya benzeri diğer şeyleri yapmak için askere alınmışlardı. Herkes kaybolmuş geriye yalnızca soyut matematikçiler kalmıştı. Bu yüzden Cambridge'te bulunduğum iki sene boyunca enfes bir soyut matematik ziyafeti çektim kendime. Besicovitch'in öğretmenim olduğu muazzam bir talihim vardı. Hem harika bir öğretmendi hem de Rus olması hasebiyle onunla Rusça konuşuyor, dostluğumuzu ilerletiyordum. Onunla son derece ciddi matematiksel çalışmalar yaptık ve sonunu getiremediğim derin problemlere dalmıştım. Öte yandan bu problemleri her ne kadar çözemesem de büyük bir haz aldığımı söylemem lazım. Besicovitch'in bana doktora öğrencileri için dahi zor gelecek problemler verdiğini hatırlıyorum. Buna rağmen bu problemlerden muazzam şeyler öğrendim.
SS: Besicovitch'in başlıca ilgi sahası ölçü teorisi ve benzeri şeylerdi değil mi?
Evet ölçü teorisinin yanı sıra geometri. Zannedersem cebirsel geometri yerine metrik geometriyle ilgileniyordu ama bana verdiği problemler kesirli boyutlara gömülü ölçülebilir kümelerin özelliklerini soruşturmakla ilgiliydi. Problem bir ya da iki boyutta zaten yeterince zordur ama kesirli boyutlara geçtiğinizde işler iyice arap saçına döner. Her neyse bu problemle cebelleşirken harika zaman geçirdim ama bu çalışmadan pek bir şey çıkmadı. Kazandığım tek şey Besicovitch'in tarzıydı ve o tarz tüm hayatım boyunca benimle beraber kaldı. Tüm sahalarda bilimle uğraşmam yine bu tarzda olmuştur. Son derece kendine özgü bir tarzdır. Mimariye benzer. Basit unsurları alır ve hiyerarşik yapılar kurarsınız. Ve siz bir katın üzerine başka bir kat çıkarken bu yapılar aşama aşama büyür ve nihayet binanın zirvesine kemer taşını koyarsınız. Besicovitch'in çalışmalarında bu hiyerarşik yapı görülür. Bu basit unsurlardan son derece güçlü bir yapı doğar ve ispatlamak istediğiniz teorem genel yapının bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bahsettiğim tarz mimari bir tarzdır ve bunu kuantum elektrodinamiğinde ben de kullandım.
SS: Besicovitch'le etkileşim halindeyken de onun matematiğe yaklaşım tarzının bu olduğunu farketmiş miydiniz?
Farkettim mi? Bilmiyorum. Ama elbette özümsedim. Bu yaptığım her şeyde göze çarpar.
SS: Besicovitch sizin için önemli bir kaynaktır diyebiliriz o zaman.
Evet. Elbette kullandığım araçlar temelde Besicovitch'ten kaptığım araçlardır. - Besicovitch ile olan ilişkim.
Beni çok ama çok sevdiğini söylemek zannedersem doğru olur... Bilardo oynamaktan çok hoşlanırdı. Odasında bir bilardo masası vardı. Ben her ne kadar bilardo oynamayı çok sevmesem de o ısrar eder ve sonu gelmeyen bilardo oyunları oynardık. Zannedersem bilardo beni odasına getirmek için bir bahaneydi. Ben de onun odasında bulunmaktan çok mutluydum çünkü Rusya'yı çok güzel anlatırdı. Tam bir yurtseverdi. Her ne kadar Rusya'yı Devrim'den on yıl sonra terketmiş olsa da, Devrim'in ardından Leningrad'da bir profesör olarak kalmış ve Devrim'e çok büyük sempati beslemişti. Devrim'in dikiş tutmasını da istemişti ama çalışmalarına konan siyasi kısıtlamalar onun Rusya'da kalmasını imkansız kılmış ve Komünist Parti'nin yerel şubesiyle tartışarak ülkesini terketmek zorunda kalmıştı. Ancak her zaman sadık bir Rus idi ve hatta sadık bir Sovyet destekçisiydi. Örneğin savaş sırasında Sovyet devletini şiddetle destekledi ve Batılı ülkelerin ellerini yeterince taşın altına koymamaları nedeniyle çok mutsuzdu. Tüm savaşı o yıllarda Ruslar tek başına vermekteydi.
6 Ağustos 2017 Pazar
Freeman Dyson ile yapılan nehir söyleşinin tam tercümesi 2/13
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder