4 Eylül 2017 Pazartesi

Freeman Dyson ile yapılan nehir söyleşinin tam tercümesi 5/13

  1. Nicholas Kemmer'in danışmanlığında çalışmak.
    Fiziğe kaymaya karar verdim ve Trinity'de yeni bir başlangıç yapacaktım. Karşıma çıkan insanlar hususunda her zaman şanslı olmuşumdur. Trinity'ye vardığımda bu sefer karşıma Nicholas Kemmer çıktı ki o zaman fiziği öğrenebileceğiniz en ideal kişiydi. Kendisi Rus asıllı bir göçmendi. İsviçre'de göçmen olarak birkaç yıl kalmış, ardından savaştan hemen önce İngiltere'ye gelmişti. Savaş yıllarının bir kısmını ise Kanada'da Chalk River'da nükleer enerji sahasında çalışarak geçirmiş ve savaşın bitmesiyle Cambridge'e geri dönmüştü. Çok cömert bir insandı. Öğrencilere bir şeyler vermek, onları teşvik etmek ve iyi bir eğitmen olmak için daima zaman harcamaya gönüllüydü. Danışmanlığını yaptığı yığınla öğrenci vardı hatta bu sayı o kadar fazlaydı ki odasına iki öğrenciyi birden alır, onların sorularını cevaplardı. Danışmanlık Cambridge'deki işinin önemli bir kısmını oluşturuyordu ve iyi bir bilim adamı olduğu için herkes onunla çalışmak istiyor o da kimseyi geri çeviremiyordu. Bana da epeyce zaman ayırdı ve çok fazla şey öğretti ve aşırı derecede yardımcı oldu. Araştırma kariyerinin İkinci Dünya Savaşı yüzünden en kötü bir biçimde sekteye uğraması tam bir trajediydi. İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen önce simetrik meson teorisi üzerine harika bir iş çıkarmıştı. Çok yaratıcı bir kurguyla pozitif, nötral ve negatif olmak üzere üç çeşit meson olduğu postulatını ortaya koymuştu. Özü itibariyle ta başından beri aklında bulunan SU(3) simetrisinden başka bir şey değildi bu. [Editörün notu: bu SU(2) olmalı.] Zannedersem bu çalışmayı 1938'de yayınladı ve o zaman bu iddia deneyle test edilmemişti ve o dönem itibariyle parçacıkların nasıl etkileşebileceğine ilişkin spekülatif bir fikir olarak büyük bir katkıydı. Ona göre bu üç meson da proton ve nötronlarla simetrik bir biçimde etkileşim içindeydi. Dediği her şey sonunda doğru çıktı. On yıl sonra Jack Steinberger ve diğerleri bunu doğruladı ancak bu başarı Kemmer için çok geç gelmişti. Diyeceğim o ki Kemmer'in ünü nedense hiç yükselmedi. Teorileri doğrulandığı zaman unutulmuştu ve bu zaman zarfında büyük bir itina ile kendini verdiği ve ana akım araştırmalara geri dönmesine izin vermeyen Cambridge'deki bu sefil öğretim işine odaklanmıştı.
  2. Heitler: elektromanyetik radyasyonun kuantum teorisi.
    O yıl Londra'da okuduğum kitap (ve yaptığım esaslı iş) Heitler'in kaleme aldığı Radyasyonun Kuantum Teorisi adlı eserdi. Mükemmel bir kitaptı. Kuantum elektrodinamiğini 1930'lardaki mevcut haliyle yani tüm açık uçları ve çözülmemiş problemleriyle anlatıyordu. Dolayısıyla, 30'larda yapılan her şeyi size anlatıyor ve bir düzene konulması gereken bir sürü karmaşa olduğunu size söylüyordu. Heitler'in kitabını okumam benim için çok iyi bir başlangıç olmuştur. Hatırladığım en iyi çalışma odur. Ayrıca okura hesaplanabilecek şeyleri de gösteriyordu. Kitapta diğer başka şeylerin yanı sıra Hans Bethe'nin parçacık çiftlerinin oluşumuna ilişkin harika hesaplamaları da vardı. Hem klasik hem de kuantum elektrodinamiği bir arada toplamıştı ve kitap Hans Bethe'nin tarzına da bir giriş hükmündeydi. Heitler'in kitabında yer alan pek çok şey haddi zatında Bethe'nin çalışmalarından alınmıştır.
  3. Kuantum alan teorisini çalışmam.
    Kemmer, her ikisi de mükemmel olan iki ders açmıştı. Birisi nükleer fizik, ötekisi kuantum alan teorisi üzerineydi ve kuantum alan teorisi o dönemlerde daha çok kıtasal Avrupa'da çalışılan bir konuydu. İngiltere'de fazla çalışılmadığı gibi Amerika'da da kimse üzerine eğilmemişti. Sahada Almanlar neredeyse tekel oluşturmuşlardı. Diyeceğim o ki konu Heisenberg, Pauli, Wigner ve diğer birkaç kişi tarafından icat edilmiş, neredeyse tamamen Almanya ve İsviçre'de geliştirilmişti. Konu üzerine yazılmış klasik kitap, savaşın ortasında Viyana'da yayınlanan ve İngiltere'de ya da Amerika'da bulunan herhangi bir kişinin erişimine tamamen kapalı olan, Wentzel'in kaleme aldığı Zur Quantentheorie der Wellenfelder adlı çalışmadır. Kemmer ya bu kitabı beraberinde getirmişti ya da Cambridge'de bir nüshası vardı ve bana okumam için verdi. Ve bu büyük bir avantajdı benim için. Zira kitap düzenli bir biçimde neyin bilindiğini ve neyin bilinmediğini ortaya koyuyordu ve aslına bakılırsa kuantum elektrodinamiğinde benim de ihtiyacım olan şey buydu. Kitap toplama bir çalışma değildi. Heitler'in fenomenolojik çalışması vardı, size yapılmış hesapları izah eden ve Wentzel'in kitabında genel matematiksel çerçeve çiziliyordu. Ama ikisinin bir kombinasyonunu almak imkansızdı. Her ikisine de şans eseri ulaşmıştım ve bu kitaplar Amerika'da yaptığım çalışmalara tam da doğru bir hazırlık teşkil etmişti.
  4. Cornell Üniversitesi'ne geçişimin sebepleri.
    Kemmer bana faydalı pek çok tavsiyede bulunmuştu. Cambridge'den sonra ne yapmam gerektiğini ona sorduğumda bana "Amerika'ya git." dedi. Kendisi Chalk River'dan gelmişti ve Amerika'da neler olup bittiğinin çok iyi farkındaydı. Amerika'ya gelmemdeki ilk saik bu olmuştur. Ardından bana Peierls ile konuşmamı ve onun olan bitenden çok daha iyi haberdar olduğunu söyledi. O zamanlar bir motosikletim vardı ve Cambridge'den Birmingham'a motosikletle gittiğimi ve Peierls'i bulduğumu ve onunla tüm bir öğleden sonra konuştuğumu canlı bir şekilde hatırlıyorum. Peierls ile ilk karşılaşmamdı ve ona ne yapmam gerektiğini sordum. O da özellikle Cornell Üniversitesi'ne gitmemi söyledi. Zira kendisi Los Alamos'ta Hans Bethe ile çok yakın çalışmıştı ve Bethe'nin de Cornell'e gittiğini biliyordu. İhtiyacım olan rehberliği Hans Bethe'den Cornell'de alacağımı söyledi. İlaveten Sir Hugh Taylor ile de konuştum (bu Sir Hugh, Cambridge'deki deneysel hidrodinamikçi olan Geoffrey Taylor değildi). Ona da aynı soruyu sordum ve o da aynı cevabı verdi. Gitmem gereken yerin Cornell olduğunu söyledi. O da Los Alamos'ta bulunmuştu. Nereye gitmem gerektiğine dair mükemmel bir tavsiye almıştım. Cornell'i bu iki kişi haricinde hiç duymamıştım ve onların tavsiyesi olmasaydı nereye gideceğimi bilemezdim. Cornell o dönemde İngiltere'de çok da iyi bilinen bir yer değildi. Herkes Harvard ve Yale'i biliyordu ama hiç kimse Cornell'i duymamıştı ve Cornell, elbette, tam da gitmem gereken yerdi. Nasıl olduğunu tam hatırlamıyorum ama Cornell'e gitmek için nasıl bir hazırlık yapmam gerektiğini sorduğumda yapmam gereken şeyin Commonwealth Bursu almak olduğunu söylediler. Dolayısıyla Commonwealth Bursu için bir başvuru yaptım. Avrupa'dan Amerika'ya giden öğrenciler için bu, o günlerde uğranılan standart bir mecra idi. Londra'da bir mülakata çağrıldım ve sonra bana bu Bursu verdiler.
  5. Bahtımın açık oluşu.
    Cornell'e 1947'nin güz döneminde, sıkıntısız bir biçimde müsrif denilebilecek bir bursla vardım. Bursum, hem Cornell'deki yaşam giderlerimi hem de yaz mevsimindeki seyahatlerimi karşılıyordu. Bursu verenler ABD'de yaz aylarında üç ay boyunca seyahat etmenizi teşvik ediyorlardı. Anladığım kadarıyla burs aristokrat ailelerin çocukları için tasarlanmıştı. Bizden öğrencilik yapmak yerine elçilik yapmamız bekleniyordu. Bu bursla beraber züppece bir aura da geliyordu. Yadırgamışımdır: Cornell'e savaş yüzünden fakirleşmiş bir ülkeden, Britanya'dan geliyordum ve maddi durumum Amerikalı öğrencilerden daha iyiydi. Çoğu Amerikalı yüksek lisans öğrencisi geçim sıkıntısı çekiyordu ve onlara kıyasla ben epeyce müreffeh bir hayat yaşıyordum. Queen Elizabeth gemisiyle güzel bir tarzda gelmiş, New York rıhtımında Hermann Bondi tarafından karşılanmıştım. Bondi bana şehri tanıtmada yardımcı oldu.
    SS: Bondi'yi Cambridge'den mi tanıyordunuz?
    Evet. Attığım her adım benim için daha da kolaylaşmış oluyordu. Daha sonra Cornell'e gittiğimde Michael Pupin'in otobiyografisini okudum. Kitapta, cebinde beş kuruş olmayan bir göçmen olarak nasıl -70 yıl önce- ABD'ye geldiğini ve yükselmek için mücadele ettiğini anlatıyordu. Kendimle karşılaştırdım, epey göz kamaştırıcı bir kontrasttı.
  6. Amerikan hayat tarzıyla tanışmam.
    Cornell'e Eylül'ün ortasında vardım. Dışarısı cehennem gibi sıcaktı ve içeride klimayı sonuna kadar açmışlardı. Fizik binası buz gibiydi. Amerikan hayat tarzıyla tanışmam böyle olmuştur: Bölüm Başkanı'nın makamına gittim ve orada bölüm sekreteri elektrikli ısıtıcının üzerine büzüşmüş ısınmaya çalışıyordu. Savaş yıllarında kemer sıkma politikasıyla İngiltere'de yaşayan birisi olarak gördüğüm manzara beni şok etmişti ama kısa bir zaman zarfında insan buna alışıyor.
  7. Rockefeller Binası'ndaki çevrem.
    SS: Newman Laboratuvarı o zaman var mıydı?
    Hayır. Bahsettiğim bina Rockefeller binasıdır.
    SS: O zaman Rockefeller binasına gittiniz.
    Rockefeller binasını her zaman sevmişimdir: eski, güzel, ahşap bir binaydı. Güzelliği altı yüksek lisans öğrencisinin büyük bir ofisi paylaşmasındaydı. Bu benim için harika bir şeydi. Zira Cambridge'deyken cam bir fanusta gibi izole edilmiştim. Orada insanlarla karşılaşıp, onlarla konuşabileceğiniz bir yer yoktu. Kolejde kendi odamda yalnız başıma kalmıştım. Daha sonra öğrendim ki o dönemde Cambridge'de çok ilginç kişilik ve kabiliyette pek çok insan varmış. Dick Dulles bunlardan birisidir. Kendisi benimle tam aynı dönemdir ve buna rağmen onunla hiç karşılaşmadım. Varlığını bile bilmiyordum. Mesela böyle bir şey Cornell'de asla olmazdı. Cornell'de, hepimiz bir arada bulunacak şekilde Rockefeller binasındaki eski püskü eşyalarla tefriş edilmiş, içinden tüm gün tangırtı sesleri gelen demir radyatörler bulunan geniş bir ofise tıkılmıştık. Son derece dost canlısı bir ortamdı ve aynı ofisi paylaşan altı kişi gerçekten de yakın arkadaş olduk ve bu benim için çok büyük bir anlam ifade ediyordu. Amerikan tarzına balıklama dalmıştım.
  8. Cornell'deki dersler ve insanlar.
    Cornell'de elbette Bethe'den bir ders aldım. Zannedersem ileri kuantum mekaniği dersiydi ve mükemmel bir biçimde bize Lamb kayması hakkında bildiği şeyleri anlatıyordu. Diyeceğim o ki literatürde o an itibariyle konuyla ilgili bilinen şeylere bizim intibak etmemizi temin etmişti, mükemmeldi. Ve Wilson'ın verdiği bir deneysel fizik dersine katıldım. Kendisi tabii ki harikulade bir deneyciydi ve bunun yanı sıra...
    SS: Bu laboratuvarda elinizi kirlettiğiniz ilk tecrübe mi oluyor?
    Yani aslında hayır. Wilson'ın dersi bir laboratuvar dersi değildi. Deneylerin teknik ayrıntılarını izah eden bir dersti sadece. Ancak Lyman Parrott'ın verdiği ve laboratuvar deneylerinden oluşan bir ders vardı ve ben onu da aldım. Gerçek laboratuvar araç gereçlerine dokunmam ve onları kullanmam bu sayede oldu. Çok şey öğrendim. Hatta Millikan'ın yağ damlacıkları deneyini yaparken neredeyse kendimi öldürecektim. Bu benim bir deneyci olarak kariyerime son noktayı koymuştu. Kendimi yüksek voltaja maruz bırakmıştım ve yerde serilmiş yatıyordum.
    SS: Sizden dersi bırakmanızı mı talep ettiler?
    O kadar da kötü değildi canım. Hatırladığım kadarıyla dersi az çok bitirdim ancak deneyci kumaşından kesilmediğim tebarüz etmişti. Her zaman Fermi gibi deneyler yapacağımı düşlemişimdir ve Fermi hem deney hem de teori yaptı - ancak bu bana uymuyordu... Cornell'de eskilerle yeniler arasında çok güzel bir ilişki vardı ve bu beni her daim memnun etmiştir: Cornell'de yaşlı pek çok öğretim üyesi vardı, orada uzun süre bulunmuşlardı ve öğretim işinin çoğunu da onlar yapıyordu. Lyman Parrott onlardan birisiydi ve onun kuşağından bir kaç kişi daha vardı. Öte yandan biz gençler onların yanında hemen hemen hiç öğretim işine bulaşmadan ve ders yükü altına girmeden, tüm ilginç şeylerle uğraşıyorduk. Gözleyebildiğim kadarıyla yaşlı fakülte üyelerinden kimse de buna içerlemiyordu.
    SS: Ve oradaki gençler de Morrison ve...
    Aslında Morrison epeyce öğretim işiyle meşgul oldu. Hayır, aklımdan geçen kişiler daha çok doktora sonrası çalışmalarını yürüten kimselerdi. Kendi işleriyle meşgul olmaları ve hiçbir sorumluluk altına girmemeleri teşvik ediliyordu.
  9. Lamb kayması denklemi üzerine yapılan çalışma.
    Bethe o senenin bahar mevsiminde bağıl/rölativistik olmayan Lamb kaymasına ilişkin hesabını yapmış ve yayınlamıştı. Hepimiz de bunu öğrenmiştik. Ayrıca yapılan hesabın geçici ve üstünkörü olduğu da barizdi ancak fiziksel muhteva doğruydu ve önümüzdeki sorun hesaplamaları matematiksel olarak doğru, daha hassas ve tabii ki rölativistik bir çerçevede yapıp yapamayacağımızdı. Bethe cevabı 40 megahertz'e kadar doğru bir biçimde bulmuştu - toplam Lamb kayması o zaman bin kırk civarındaydı ve onun kaba hesabı bin civarında bir sonuç veriyordu. Ancak deneysel sonuca daha da hassas bir biçimde ulaşıp ulaşamayacağımız sorunu açıktı ve çok daha güçlü bir yaklaşıma ihtiyacımız olduğu barizdi. Hans'ın bana verdiği problem de buydu ancak o önce spin 0 durumunu incelememi, bunun daha kolay olmasını beklediğini de söylemişti. Böylece problem görelilik kuramını içeriyordu ama Dirac denkleminden gelen tüm komplikasyonlar dışarıda tutulmuş oluyordu.
    SS: Spin 1/2 problemini çalışan başka bir öğrenci mi vardı?
    Evet. Richard Scalettar spin 1/2 problemini çalışıyordu. Kendisi çok yakın arkadaşımdı ve çok yavaş çalıştığından süreç biraz sancılıydı. İyi bir insandır ve onunla yıllar boyu temasımı hep sürdürdüm ama bu işi yapmak için yeterli birisi değildi. Diyeceğim şu ki kendisine verilen görev çok zorluydu ve zannedersem burada hatanın büyük kısmı bu işi ona vermekle Hans'a aitti. Bende spin 0 probleminde yani fiziksel olmayan durumda olanca hızımla ilerliyordum. Bunda benim için bir sorun yoktu çünkü ihtiyacım olan tecrübeyi kazanıyordum nihayetinde ve bu da beni mutlu ediyordu. Ancak Hans için bu son derece yetersizdi zira Hans fiziksel durum, yani spin 1/2 problemi için doğru cevaba bir an önce ulaşmak istiyordu. Zannedersem bu durum Hans için sinir bozucuydu zira Richard Scalettar problemle boğuştukça boğuşuyor ama cevaba ulaşamıyordu ve bense başka bir problemle uğraşıyordum. Her neyse, hepimiz problemi Scalettar'dan söküp almanın uygun olmadığını düşünüyorduk ve dolayısıyla problemden uzak durduk. Durum hiç de kolay değildi. Hem Scalettar hem de ben bunun az çok farkındaydık ancak dost kalmaya karar verdiğimizden birbirimizin ayağına asla basmadık.
  10. Richard Feynman ve yaptığı çalışmalar.
    Cornell'de herkesin Dick'ten bahsettiğini hemen duydum. Herkes ona Dick diyordu. "Dick ne dedi?" ve "Dick bu hususta ne düşünüyor?" ve buna benzer ibareleri çok duymaya başladığınızda kısa süre sonra bu kişinin kayda değer birisi olduğunu anlıyorsunuz. Onunla ilk tanışma fırsatını bulmam ise Rochester'a gittiğimiz bir seminer sayesinde oldu. O zamanlar Rochester'daki Fizik Bölümünü Marshak yönetiyordu ve Weiskopf da oradaydı zannedersem.. tam emin değilim.
    SS: O zaman MIT'deydi.
    Belki olabilir. Her neyse o zamanlar Rochester'da bulunan kişi Marshak'tı. Dolayısıyla bir Rochester'da bir Cornell'de seminerler oluyor ve insanlar bu ikisi arasında gidip geliyorlardı. Bugünlerin birinde Feynman ile Rochester'a arabayla gidiyordum ve onunla ilk ciddi biçimde konuşma fırsatını edinmem bu şekilde olmuştur. Hem aramızda geçen konuşma hem de araba sürüşü çok heyecan vericiydi. Çok pervasız bir sürücüydü ve ben de...
    SS: Korkmuş muydunuz?
    Gideceğimiz yere canlı varsak şükür bilecektim. Korktum mu bilmiyorum çünkü Feynman'a inancım vardı ama... Her neyse, o da sürekli Los Alamos ve hayatında yaptığı işler hakkında konuştu. Konuşmayı çok severdi ve benim ne diyeceğimi ve İngiltere'de neler olup bittiğini merak ederdi hep. Daha ilk tanışmada kaynaşmıştık. Ardından yıl içinde onun yaptıklarıyla ilgilenen bir izleyiciye dönüştüm. Çalışmalarını ve kendine özgü kuantum elektrodinamiğini icat etmesini, parçaları bir araya getirmesini ve bu yolda neler olup bittiğini anlamak için gösterdiği çabayı takip ettim. İfadeleri başka insanların yaptığı gibi denklemlerle değil de diyagramlarla gösteriyordu. Dolayısıyla sonuç diye matematiksel sembollere bakmak yerine bir kısım şekillere bakıyordunuz. Bir yönüyle anlaşılması güçtü ancak doğru cevabı veriyordu. Bu benim için büyük bir meydan okumaydı ve kısa zaman içinde kendime Feynman'ın çalışmalarını kavrama hedefini koydum.
    SS: O noktaya değin sizin matematik ve fizik çalışma biçiminiz görsellik içermiyor muydu?
    Görsellik hiçbir zaman tarzımın bir parçası olmadı. Ben her zaman analitik olmayı tercih etmişimdir ve elbette kuantum alan teorisi de aşırı derecede görsellik dışındadır. Diyeceğim o ki kuantum alan teorisi tam olarak analizin içindedir. Feynman'a yaklaşımım bir antropoloji uzmanının yerlilerin ne yaptıklarını anlama çabasına benzer. Onunla aynı tür bir canlı olmadığım çok netti.
    SS: Kullanılan dil de bir tuhaf.
    Çok çok tuhaftı ama insanı şaşırtan şey doğru cevabı vermesiydi. Aslen Dirac'ın iş yapma tarzıyla aynı temel üzerine oturuyordu ancak Feynman bu branşı tamamen dönüştürmüştü. Dirac asla Feynman gibi diyagramlar çizerek hiçbir problemi çözmemiştir. Feynman'ın kendisi de yaptıklarını o zamanlar tam anlamıyordu. Sistematik bir temel üzerine her şey kısa zaman içinde oturdu ama kendisi de yolda giderken kuralları tesis ediyor, bunun için çıkan cevaplar ona yol gösteriyordu. Ve kendisinin hiçbir zaman tam çözemediği büyük sorunlardan birisi de kapalı döngülerdi. Elektronları ihtiva eden ve kapalı döngü üzerinde başladığı noktaya geri gelen bir diyagram olduğunda ne yaparsınız? Bunlara ilişkin kurallar da geliştirdi ancak hiçbir gerçek fiziksel motivasyon olmadan işaretin artı mı yoksa eksi mi olmasına ilişkin karışıklığı çözmek ve doğru cevaba ulaşmak amacıyla bazı kurallar icat etti. Onunla bu denklemler üzerine çok konuştuk. Genel kural şuydu: Feynman ofisindeyse kapıyı açık tutar ve herkes de içeriye girebilirdi ve gelen kişiyle konuşmak isterse "Güzel, hadi konuşalım." der, konuşmak istemediğinde ise "Çık dışarı!" derdi. Kimse de bunu üstüne alınmazdı. Hatta işin güzel yanı "Gel, haydi konuşalım." dediğinde bunu nezaketen yapmadığını, gerçekten konuşmak istediğini anlardınız. Onunla iyi geçindik.
    SS: O da hiç alan teorisi bilmiyordu değil mi?
    Öğrenmek bile istemiyordu. Daha başında "Bu şey benim için değil. Bu yoldan gidilirse işi zora sokarak problemi çözebilirsiniz. Ben bu yoldan problemi çözemem." demişti. Kendi yolunun daha iyi olduğunu biliyordu.
  11. Lamb kaymasına dair bulgularımızı sunmam.
    SS: Spinsiz taneciklere dair Lamb kayması hesabınızı bitirmiş miydiniz?
    Evet. Hatırladığım kadarıyla Ocak ayı civarında bitirmiştim. Ardından da bulgularımı sunmak için Amerikan Fizik Cemiyeti'nin bir toplantısına gittim ve fizik topluluğuyla ilk tanışmam böyle oldu...
    SS: Toplantı New York'ta mıydı?
    Evet.
    SS: Columbia Üniversitesi'nde olabilir mi?
    Muhtemelen evet. Ayrıntılarıyla hatırlamıyorum şimdi.
    SS: New York toplantısıydı.
    Her neyse, insanların beni ilk tanıdığı yer orası olmuştur.
    SS: Orada ilk kimlerle tanıştınız?
    Oppenheimer ve Schwinger gibi kimseler oradaydı. Onlarda benim gibi birisinin mevcudiyetinin ilk defa farkına vardılar.
  12. Güçlü etkileşime başlamam.
    Ardından Cornell'e geri döndüm ve elbette Scallettar yüzünden spin 1/2 problemi üzerine odaklanamadım. Ben de kendime güçlü etkileşim sahasında bir problem aramaya koyuldum. Zira bu konuyla ilgili bir kısım malumatı bana Kemmer nükleer fizik dersinde daha önceden aktarmıştı. Ben de güçlü etkileşim sahasında bir şeyler yapabileceğimi düşündüm. Yaptığım çalışmadan çıkan sonuç sadece skaler mesonlarda skaler ve vektörel etkileşimlerin denkliği oldu. Bu da Physical Review dergisinde ufak bir not olarak basıldı. Güçlü etkileşim sahasında boy göstermem bu şekilde oldu ve o sene yaptığım tüm iş bu kadardı. Ancak derslere de katılıyordum ve elbette pek çok şey öğrendim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder